Kardeşliğin sınırları ilk insan, ilk Peygamber Hz. Adem ile başlar ve kıyametin son müminine kadar uzar. Her yönüyle fiile taalluk etmese de bu bir anlam dünyasıdır. Geçmişten geleceğe dua, ibret, örneklik akışı, umut, güven, tekrar buluşma arzusu, fiziği ve metafiziği kuşatan bu birliktelik içinde saklı.

Kardeşlik böylesine mekana giren, teraziyi ayarlayan, kalplere muhabbet veren, mekanlara ötesine taşan bir iklim.

Kardeşin kardeşe değil pusu kurması, hatasını düzeltmede, aceleci olması gerekir. Çünkü ahiret yurdunda birlikte olmak var; orada yüz yüze uzun uzun bakmak, tebessümle gözgöze gelmek var.

Kardeşliğin esrarı üzerinde, bu nedenle düşünmek elzem hale gelir. Kardeşliğin eksenini tevhid oluşturur. Tevhid aynı zamanda mülkün sahibini tanıma ve ona kulluğu kabul edip coşkuyla, muhabbetle, bir armağan olarak taşımayı gerekli kılar. Allah’ı(cc) seveni sevmekte buluşmak, bu sevgiyle hemhal olmak, tevhid ehlinin şiarı olmalı.

Sevgiyi bahşedenle sınırsız sevgi üzerinde buluşma... Coğrafyaları aşma, sınırları geçersiz kılma; ölümü; önceyi , sonrayı devreden, kardeşini sevmek için çıkarmak, her türlü çaresizliğin üstesinden geçme imkanıdır. Bahşolmuş eşsiz nimettir.

Kardeşliğin derununda adalet, merhamet ve sevgi iksiri yatar. Sadece ahdini hatırlayıp beli - evet dediği için, Rabbi böylesi sonsuz nimet deryasını sunar kuluna. Gerisi anlayabildiği, yaşayabildiği, hissedebildiği kadardır.

Tevhid görüntü olarak, bir misal, gökyüzüdür.

Diğer bütün ilişkiler, sevgi bağları meşruiyetini oradan alır. Her yana yansıyan güneşin ışığı gibi . Diğer çatılar gökyüzünü hesaba katmadan çatılırsa sonu hüsran olur. Kim evinin tavanını gökyüzü sanırsa kendine tuzak kurar.

Tevhid inançtan eyleme, eylemden hikmete, kesintisiz akıp adalet ve sevginin sesiyle çağrıya durmuyorsa, yaşayanlar küçük kulübelerinin çatılarını gökyüzü sanıyor demektir.

Öyle de oluyor malesef.

Yaşadığımız dönemde sayısız küçük-büyük hangi gruba bakarsak bakalım, pek çoğunda bu çarpıklığı görmek mümkün. Kardeşliği kendi grubu içinde ihdas edip farklı anlayışları düşük kıymetle ele almalar, sıkıntının kaynağını oluşturuyor.

Pratikte sorun yaşayanlar bunu iyi bilirler. Böylesi anlayışta bir grup mensubuyla sorun yaşandığında, aynı gruptan bir hakeme başvurduğunuzda eşit olmadığınızı, kayırma adına nasıl tevillere başvurulduğuna aynel yakın şahid olursunuz.

İmkana erdiğinde, bu anlayıştaki grubun sınırları kendi hücresinden öteye taşamıyor. Hatta diğer Müslümanlar farklı söylemlerin en sonunda yer alıyor.

Bütün arızaların sebebi, Kitaba bağlı kardeşlik yerine, grupların kişiye bağlı oluşturduğu kardeşlik yapılanmalarıdır. Üstadın öngörüleri, hataları, rüyaları, zanları Kitabın yerini alıyor. Neticede birbiriyle mütecanis olmayan yapılar ve dillerinde sadece değinmekle yetindikleri bir Kitabın varlığına şahid oluyoruz.

Kullanılmaya yatkın küçücük, sayısız parçanın varlığı dünya sistemi için, bulunmaz imkan olarak ortaya çıkıyor. Halbuki, iradelerini Kuran’la kurmakla görevli olan müminlere, anlaşmazlığa düştüklerinde dahi çözümü Allah’a(cc) ve Resulüne götürmeleri emredilmiyor mu?”

“...Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Rasûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa-59)

Buradaki Allah(cc) ve Rasulü’nden maksat, elbette Kuran ve sünnettir. Yoksa Kitabı devre dışı bırakıp ilham peşinde koşmak, rüyayla, evhamla bilgi edindiğini sanmak değil.

Ezelden ebede akan kardeşliğin teminatı, içinde tevhidi barındıran, Kuran’dır. Grup kardeşliğini icat eden ve sürdürmeye çalışan ölümcül bir insan.

Ne enteresandır kitapsız İslam’ı emperyalist odaklar nasıl da seviyorlar. Pek çok müslüman da farkında olmadan, bu pratiğin parçası olmaya devam ediyor...