İnsanın tabiatı konfora, rahatlığa, kolaya meyleder. Fakat bu yol aslında onun aleyhinedir. Hem maddi, hem manevi açıdan. Kendinizi bırakmaya alışırsanız fizik rahatsızlıklar birbiri arkasına gelir. Doktorlar koro halinde egzersiz öneriyor. Hasta olmamak için spor yapın, yürüyün, yüzün, bir şeyler yapın diyor. Masa başında oturup kalmayın. Biraz gayret ettiğinizde, terleyip yorulduğunuzda vücut rahatlıyor. Yaygın tabiriyle toksinlerini atıyor. Fiziki hareket bir ceht ve gayret halidir. Neye karşı? Durgunluğa, atalete, hantallığa karşı. Belli ki bedenimiz düzenli olarak belli hareketleri yapmak üzere programlanmış. Ama biz ihmal ediyoruz. Kendimizi "rahatın" ölümcül kucağına bırakıyoruz.

İnsanın düşünce ve hayal dünyasında da benzer kuralların geçerli olduğunu düşünüyorum. Kafa konforu veya konformizm, düşünce ve hayal dünyamızın düşmanı olabilir. Kendinizi dışınızda oluşan yaygın veya baskın kanaatlerin dümen suyuna bırakırsanız belki bir çeşit zihinsel rahatlık yaşarsınız ama kafanızın içindeki hareket merkezlerine rehavet çöker, değerlendirme yeteneğiniz körelir, üretim mekanizmalarınız dumura uğrar. Beden için masa başı statüko ise düşünce ve hayal dünyamız için statüko, yerleşik, hazır bulduğumuz, katkı sağlama zahmetinde bulunmadığımız, kontrolümüz dışındaki ortamdır.

Eskiden tatlısu Frenkleri diye bir kavram vardı. Varlık içinde yaşayan, dünyanın sıkıntılarıyla yüzleşmekten kaçınan, risk almayan bir aydın kesim için kullanılırdı. Bunun da bir çeşit konformizm olduğu gerçekti. Fakat sayıları gayet az bir elit grubu temsil ediyordu. Son zamanlarda ülkemizde yaşanan değişime bağlı olarak elde edilen maddi refahın, siyasal iktidarın, bürokraside, üniversitelerde yaşanan gelişmelerin aydınlarımızı nasıl etkilediğini iyi gözlemlemek gerekiyor. Unutmayalım ki bugün ülkemizin önemli kurumlarında faaliyet gösteren insanların yetiştiği dönem, en az otuz, kırk, elli yıl öncesine dayanıyor. Şöyle sormamız gerekebilir: Otuz – kırk  yıl öncesindeki ortam, bizi bugünlere getirmiş, bugün yönetim kademelerinde hizmet eden insanları yetiştirmiştir. Peki bugünün dünyası geleceğe neler vaad etmektedir? Veya bugünün aydınlarının geleceğe dönük projeleri nelerdir ?

Bunun için söz konusu dönemlerle ilgili bir karşılaştırma yapmak gerekebilir. Aydınların durumu, eserler, ekoller, yayınlar, fikirler, öneriler, vs. Geçmişin "sıkıntılı" dünyasında insanlar kendini baskı altında hissediyordu. Sokakta, okulda, bürokraside, siyasette, iş dünyasında, bunu hissetmesi için neden çok fazlaydı ve bir çıkış yolu arıyordu. Siyasetçiler kadar, belki onlardan da fazla, aydınlardan, düşünürlerden, şairlerden, bilim adamlarından beklentiler vardı. Onlarda toplumun, okuyucuların, öğrencilerin, siyasilerin bu beklentilerine cevap verme duygusu kuvvetliydi. Konforlu bir hayatın içinde değillerdi. Rehavete kapılmaları pek mümkün değildi. İşte o zaman, az sayıdaki tatlısu Frenkleri, daha çok statükoyu koruma gayretiyle yayın yapıyorlar, siyasete, sermayeye destek oluyorlar veya yönlendiriyorlardı.

Ben burada konforun ve konformizmin insanın maddi ve manevi reflekslerini köreltici özelliğine dikkat çekmek istiyorum. Fiziki konfor, hareketsizlik,  bugün bir çok hastalığın sebebi olduğu gibi, düşünce ve hayal dünyamızdaki konformizm, en temel insani yeteneklerimizi zaafa uğratabilir. Amerikan toplumunda gözlemlenen bir yanda yaygın obezite, öte yanda  pasifizm, edilgenlik özelliği, maddi refahın bir sonucu ise bunun sağlıklı bir durum olmadığı açıktır. Amerika, pasif kitlelerin, medya yoluyla kolayca manipüle edilen kitlelerin eksiğini beyin göçüyle, dünyadaki siyasi ve askeri varlığıyla telafi edebiliyordu. Bunun moda deyişle "sürdürülebilir" bir yol olmadığı yeni yeni anlaşılıyor.

Yaşadığımız günler, siyasi ve ekonomik ortam, düşünce ve hayal dünyamızı tahrik etmiyor, zorlamıyor, desteklemiyor olabilir. Bunun aydınlarımız için, düşünce ve hayal dünyamız için bir avantaj olduğunu söyleyemeyiz. Avrupa'nın bunalım çağında aydınlar bunalım edebiyatı ortaya koymuşlardı. O zaman Camus'yu da Kafka'yı da besleyen bir ortam, bir atmosfer vardı. Bugün Avrupa geriye sayıyor. Maddi olarak olduğu kadar kültürel anlamda da hazırdan yiyor. Türkiye ise rakamsal göstergeleriyle yurtta ve dünyada göze çarpıyor. Bunun enine boyuna değerlendirmesini yapmak yine aydınlara düşüyor.