Küresel akış, doksanlı yıllarda hız verdiği tek eksenli dünya teorisinin pratiğini oluştururken üç koldan yürüyüşünü sürdürüyor. Siyasi, kültürel, ekonomik alanlarda alınan mesafe özellikle Asya ve Afrika üzerinde ateşli bir biçimde hissediliyor. Sermayenin dollaşımında acente haline getirilecek, teknoloji ve silah sanayii ile bağımlı kılınacak ülkelerden istenen bu akışa, milli duyarlılıklarından sıyrılarak hemen adapte olmaları.

Küresel irade üç şeyden hiç hazzetmiyor. Kendi silahını yapmak isteyenden, cari açık vermeyenden ve düş kuran, medeniyet  özlemi çekenden. 

Türkiye, son bir kaç yıldır bu “suç”ları işlemeye başladığında,“Bizim çocuklar” tekrar iş başı yapmış oldu. Ancak bu defa  operasyonun  pratik ayağında hayalden geçmeyen bir adres vardı. 

Herkesin gözlerinin faltaşı gibi açılmasına neden olan bu sessiz, kendini muhabbet fedaisi diye adlandıran grubun bir anda, topyekün harekete geçmesi nasıl olmuştu?

Tarzları, yöntemleri, algı planlamaları ile, bir gün öncesiyle taban tabana  zıt bir anlayış ortaya çıktı. 17 Aralık tarihi kayıtlara operasyon olarak geçti.

İnsaf sınırlarını aşan, herşeyi araçlaştıran bu hamle, bizzat camia önderinin beyan, tavır ve beddualarıyla, yolsuzluk gerekçe kılınarak başlarken, ardı ardına ortaya çıkan iğrenç kasetler, hakim kiralama fetvaları, iftira, şantaj, tehdit, hedef göstermeler karşısında bu hümanist söylemin din anlayışı da ortaya çıkmış oldu.

Dış güçlerle senkronize olarak devreye giren cemaatin manevi boyutta oluşturduğu etki,  inananlar açısından, operasyonun önüne geçmiş oldu.

Öteden beri ümmet algısından geri duran,  Müslümanlar üzerinde oluşan baskılara hiç bir zaman ses çıkarmayan, hassasiyetini İsrail ve ABD’ den yana kullanmakta beis görmeyen anlayışa mesafeli bakıldı ve seksenli yıllardaki eleştiriler yapılmamaya başladı. 

Yirmi sekiz şubatı sadece izleyen, bankalar hortumlanırken tek cümle kurmayan yapı, Ak Parti üzerinden, özellikle, referandum döneminde kabul gördü ve hataları dillendirilmez oldu.

17 Aralıkta, darbe girişimiyle ortaya çıkan yapı, bir yönüyle istihbarat örgütünü, diğer yönüyle batını bir mezhebi, öte yandan acımasız gizli teşkilatı andırıyor ve  bütün gücünü önder üzerinden devşiriyor.

İslamın hiç bir mezhebiyle telif edilemez yapı arz eden cemaatin anlayışını Kur’an ile nasıl telif edeceğiz? En önemli soru budur. 

İslamın fıkıh usulünden böylesi hüküm çıkarmak mümkün müdür? Fıkhın harp dönemlerinde, sınırlarını ölçülü olarak denetim dahilinde genişlettiğini biliyoruz. Ancak kardeşliği kökten imha eden, bu acımasız durumu meşru görmeyen onlarca ayete rağmen, nasıl böyle kararlar verilebiliyor?

Dahası binlerce insanı böylesine adanmış hale getiren, Hocayı günahsız kılan bir inanış olmalı diye günlerdir düşünürken, kendi kaynaklarından yola çıkarak gördüm ki Hocanın günlük olarak Peygamberle ilişki kurduğuna, emirleri oradan aldığına inanış mevcut. 

Kehf suresinde Hz. Musa ile Hızır diye halk dilinde geçen, Kur’an’da özel bilgi verilmiş kişinin durumundan bahseder. Orada o kişi görünüşte şeriata aykırı işler yapar ve Hz Musa onu sürekli ikaz eder. Ancak, o özel kişinin açıklamalarında derin hikmet vardır. Yaptığı her eylemin gerekçesini izah eder ve Hz Musa ile yollarını ayırır.

Şüphesiz bu kıssanın çok zengin açılımı, hikmet bahsinde derinlikli bir yapısı var. Ancak temel referans kaynağımız Kur’an’dan  Hoca’nın da o özel kul  konumunda olduğunu nasıl anlayacağız? Gaybin bilgisi ile, anlık temasa geçen, herhangi bir insanın varlığı tartışmalı bile değildir. Kitap dinin tamamlandığını söylemiyor mu?

Müceddit olan bir alim Resulullah’ın fıkıh usulünün dışına çıkamaz. Bundan ötesini alimler değerlendirmeli. 

Ekim 1993 sayılı Sızıntı dergisinden bir paragrafa göz atalım:

“Bediüzzaman’ın yolunu Musa aleyhisselam çizgisine benzetirsek, bizim yolumuzun da Hızır aleyhisselamın yoluna benzediği anlaşılır. Ve nasıl Hz. Musa Hz. Hızır’ın yaptıklarındaki hikmeti anlayamayıp itiraz etmişse, ‘kışta gelmiş’ Bediüzzaman’ın ayak izlerini takip edenler de ‘baharda gelen’ Hızır’ı temsil eden şahsın veya şahs-ı manevinin yaptıklarını anlayamayıp itiraz edecekler. Gerçekte, onun her yaptığında istikbalde anlaşılacak bir hikmet muhakkak saklı olsa bile...”