Taşından büyük öfken bilenir
Yüreğin kadar sıkı avuçlarında
Süleyman seni seyreder sana güvenir
Mescidi Aksanın kapılarında

Hadi Ammar hadi Ammar durma at
Ebabiller sana kanat çırparlar

Attığın taşları taşır melekler
Büyütür götürür hedefe kadar
Varsın duymasın sönmüş yürekler
Melekler seninle cennete kadar

Ümmet en büyük kubbe, say ki gökyüzü ve onun altında yorum farklarıyla, öncelik ayrımlarıyla, birbirinden küçük ayrıntılarla ayrılan küçük kubbeler. Okuma farklarından, veya fıtrı hissedişlerden, farklı olabilirler?

Ortada kesin bilgi, onun denetiminde uygulaması ve çağlarla akıp gelen tarihi ki, yenilginin ve zaferin her türlü versiyonuyla önümüzde dururken, bu zengin mirastan hiç nasiplenmemek nasıl mümkün olabilir?

Gruplardan biri parlementer bir siyaset tarzını kabullenmeyebilir. Bir diğeri eğitimi veya başka bir alan bulup çalışabilir. Herkes kendi yol ve yöntemini de doğru bulabilir. Ancak diğer yolları dışlamak için elde çok ciddi delillerin olması iktiza eder.

“Kesret içinde vahdet” formülasyonu, grup kardeşliğinden önce, ümmetin menfaatini öncelemekle başlamayı mümine hatırlatan bilinç olarak tebarüz eder. Seksenli yılları hatırlayanlar en kılcal konulara kadar herşeyin hararetle tartışıldığını ve bu durumun, yani usule sahip olmadan yapılan tartışmaların, birlik, bereket getirmediğini görmüş olmalı. En küçük ayrıntının tekfire dönüştüğü yıların ardından gelen malum şubat, her müminin, her grubun aslında birbirine ne kadar gerekli olduğunu idraklere kazıdı.

Vahdetin öncelikle, bütüncül bir sevgi ile psikolojide başlaması gerektiğini ve duanın bütünleyen, kuşatan, ayrıcalığını tam hissetme noktasına gelirken, olaylar ciddi yarılmalar koydu önümüze.

Birinci Körfez savaşında saldırganı ve ortağını koruyan anlayış bugün oduğu gibi, o gün de akıllara durgunluk vermişti. Tevilleri ne kadar uzatırsan uzat; nerden, kimden yorum taşırsan taşı, mızrak çuvala sığar aşamasını geçmişti. Mazlum ve mağdur Filistin yarım asrı aşkın zlümle mücadele ederken ve dünyanın tamamına yakını bu baskıyı telin ederken, bir Müslümanın Filistinli’yi, mazlumu değil de zalimi desteklemesi izahtan vareste bir durumdu.

Vahyin yorumunun sınırı aşılmıştı.Irak’ta, Filistin’de çocuklar, kadınlar, yaşlılar evleriye birikte toprağa karışırken İsrailli çocukların korkusunu düşünerek ağladığını belirten bir anlayış, kardeşliğin sınırlarını tartışmaya açmış oldu.

Aslında herşey ayan beyan ortadaydı ancak, makul bir sebep, bir ikrah durumu olup olamayacağı aranıyordu. Maksat, hala kardeşlikten küçük bir ilinti bağı bulabilme arzusuydu. Bu garaip anlayış eleştirildi, günün imkanları ölçüsünde yazıldı çizildi. Karşı taraf cevap vermedi, izahta bulunmaya tenezzül etmedi. Akabinde 28 Şubatın yanında yer alma ve doğal güzergahla bugünkü düzeye gelindi.

Şimdi çok daha güçlüler. Karargah muhabbetten şiddete taşındı, hedef iktidar. Ancak yaslanılan güçler aynı ve inaçlı kadroların iktidarı hedefte. Aylardır süren amansız mücadeleye rağmen, güç odoklarına verilen mesajlarda daha net ve sert tavır almada hiçbir sıkıntı duymuyorlar.

Üçüncü kuşakları da bomba altında doğan, kimyasal silahlara karşı onurlarının ifadesi olan taşlarla karşı koyan Filistinlilere “terörist” diyebilmişlerdir. O Filistinliler ki, çağın mazlumu, muhaciri acının ve kahramanlığın konukları.Ümmetin en büyük imtihan alanında işgalciden yana olmak, bir başka anlama gelir.

“Bu çetin şartlarda, üzerimize saldırılken dahi sizi savunuyoruz, bunu görün” diyerek, yeni “kredi”lerlerin kapısını açmaya çalışmak değilse bu durum nedir? Böyle bir anlayışı bırakın kardeş olmayı, ümmet kubbesin bomba koymaktır.

İzah yapmak durumundadırlar. Her dönem, güçlü zalimlerden yana ve Müslümanların karşısında yer almak nasıl meşru olabilir? Aynı Kitab’a inanıyorsak, biz hangi hükmü gözden kaçırıyoruz? Yakınmadan, sızlanmadan önce, bunun cevbının verilmesi gerekiyor.