AK Parti ile ilgili kapatma davası sürecinde, daha önce de sık sık rastlandığı üzere, hukukilik / siyasilik tartışması sürmektedir. Yaklaşık on yıldır, Türkiye'de, kabul ettirilmek istenen, "yargı kararlarının hukuki olduğu" tezidir.
Halbuki, bir karar, sadece yargı kararı olduğu için hukuki olmaz; olamaz. Kararlara hukukilik kazandıran, kanunlara ve hukuka uygun olmalarıdır. Subjektif, siyasi ve ideolojik yaklaşımlarla verilmiş kararlar, bir mahkeme tarafından verilmiş olsa da, hukuki değildir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bir süredir iç hukukun işleyişine dahil bir mahkeme olarak kabul edilmektedir. Türkiye'nin taraf olduğu anlaşmalar ve bu anlaşmaların anayasal düzen içindeki yeri ile hukuk sistemimize dahil olan AİHM, usul kanunlarımızda yapılan değişikliklerle, yargılama prosedürümüzde de yer almıştır. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 311. maddesinin "f" bendine göre, "ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme'nin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması" "yargılamanın yenilenmesi" sebeplerinden biridir. Anayasa Mahkemesi, siyasi parti kapatma davalarındaki yargılama usulü bakımından Ceza Muhakemesi Kanunu'na tabidir. Parti kapatma davalarının bir "ceza davası" olup olmadığı hususunda Anayasa Mahkemesi kararlarında bir tutarlılık yoktur. 1984'te, Doğru Yol Partisi'nin kapatılmasıyla ilgili davada, kesin bir şekilde, parti kapatma davalarının ceza davası niteliğinde olduğu kabul edilirken, 1998'de Refah Partisi ile ilgili kararında, Mahkeme, kapatma davalarının kendine özgü davalar olduğunu, ceza davası niteliği taşımadığını ifade etmektedir. Bu tür tutarsızlıklar, kapatma davalarında Mahkeme'nin subjektif tutumlarıyla ilgili şüpheleri artırmaktadır. Yargılamanın yenilenmesi ise, bir olağanüstü kanun yolu olarak Mahkeme tarafından kabul edilmektedir. Her ne kadar, Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin AİHM kararı üzerine yapmış olduğu yargılamanın yenilenmesi başvurusu 1999'da reddedilmiş ise de, yeni Ceza Muhakemesi Kanunu'ndaki açık düzenleme o sırada mevcut değildir. Nitekim, bu kararda, AİHM kararlarının yargılamanın yenilenmesi için bir sebep olamayacağı ifade edilmekte, prensip olarak yargılamanın yenilenmesine karşı çıkılmamaktadır. Ayrıca, merhum Fatin Rüştü Zorlu ile ilgili kararda, yargılamanın yenilenmesinin, Yüce Divan yargılamalarına ilişkin de olsa, usul olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır. Böylece, parti kapatma davalarında, AİHM tarafından verilecek kararların Anayasa Mahkemesi tarafından yeni bir hukuki durum olarak değerlendirileceği ortaya çıkmaktadır.
Yargılamanın yenilenmesi yolu dışında, özellikle Anayasa Mahkemesi'nde devam eden bir dava ile ilgili olarak AİHM'nin devreye girmesi mümkün müdür? AİHM'nin yargılama usullerini gösteren İç Tüzük'ün, "Geçici Tedbirler" başlıklı 39. maddesine göre, ilgili daire veya daire başkanı, "tarafların menfaati veya önündeki davanın gereği gibi görülebilmesi için alınması gerektiğini düşündüğü geçici tedbirleri taraflara bildirebilir". Bunun için, iç hukuk yollarının tüketilmesine de gerek yoktur. AK Parti'nin kapatılması davasında, iddianamede yer alan değerlendirmelerin, Sözleşme'de ve Ek Protokollerdeki, adil yargılanma hakkı, cezaların kanuniliği, düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, ayrımcılık yasağı ve serbest seçim hakkı ile ilgili düzenlemeleri ihlal ettiği, siyasi gerekçelerle kapatma davasının açıldığı ve sürdürüldüğü, davanın demokratik siyasi hayatın işleyişine müdahale teşkil ettiği ileri sürülerek tedbir kararı istenmesi düşünülebilir. Anayasa Mahkemesi'nin daha önce vermiş olduğu kapatma kararlarında görüldüğü üzere, parti kapatmanın kesin hukuki kriterlere dayanmıyor olması, yasama organı tarafından getirilen kapatma kriterlerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi, kapatma sebeplerinin tamamen Mahkeme yargıçlarının takdirleriyle oluşturulmaya çalışılması gibi sebeplerle temelde hukuki olmayan bir sürecin işletilmeye çalışıldığı ortaya konulabilir. Böylece, AİHM'nin hukuki sürece müdahil olması sağlanabilir. Bu hususta doğrudan parti tüzel kişiliği adına başvuru yapılabileceği gibi, kendilerinden hiçbir savunma alınmaksızın, tek bir sözleri ile beş yıl siyasi yasaklı olmaları talep edilen milletvekili ve siyasetçiler de münferiden başvuru yapabilirler.
Kaynak: Zaman