Ulus devlet cahiliye tutumunu evrenselleştirmesiyle birlikte insanın mahiyetine tahakküm ve dolayısıyla seküler formülasyonlarla oluşan toplumlar ortaya çıktı. İnsan bünyesi yabancı unsuru uzun bir süre taşımada zorlanıyor. Gelinen aşama, ulus devlet halinin zorlama, suni ve projeden ibaret olduğunu ortaya koyuyor.

Irka atfedilen kutsallık, şanlı tarih ve onun miğferi konumundaki erişilmez kahramanı ile, idame-i hayat edilmeye çalışılan ulus devletin yapı taşı olan insanın algısı, dar ve keskin bir çerçeveye ihtiyaç duyar.

Vatandaş; ırkını seçilmiş, tarihini şanlı, kahramanını olağanüstü kabul etmek mecburiyetindedir. Bunun aksini ortaya koyduğunda cezaya müstehak hale gelir. Cumhuriyetin kuruluş döneminde dünyada revaçta olan sistem buydu ve yeni devletin kurgu ve anlayışı bu temeller üzerine inşa edildi.

Bugün eleştiriye muhatap olan Faşizm, o gün methiyelerle ele alınıyordu.

Koca bir imparatorluk küçük toprak parçasına sığarken destanların yazılması, işin başka trajik boyutuna işaret eder. Kıtalara yayılan büyüklüğün arka planında saklı duran "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" ilkesi, Cumhuriyetle birlikte "Hak yok; ödev var" kalıbına döküldüğünde herkesin bir şablondan geçmesi ve fazla görülen bütün değerlerinden sıyrılması kanuni bir zorunluluk olarak ortaya çıkmış oldu. Adeta ve açık söylemle, vatandaş yetiştirme ameliyesinde gönüllü ve heveskar olanlar ödüle mazhar görüldüler.

Başta dindarlar, azınlıklar, Kürtler, Aleviler, arkasından sürece dahil olan solcular, İslamcılar aynı cenderenin muhatabı olarak ulus devletin şablonunun içine çekilmeye çalışıldılar. Ortaya çıkan zihni çatışma alanlarında devlet, heveskarlardan destek alarak ve bir grubun üzerine giderken diğerlerini yanına alarak hareket etmede beis görmedi. Bu durum muhalefetin ortak bir güç olmasını engellemede etkin oldu. Neticede her farklı tutum, her türlü sindirme yöntemlerine sırasıyla  muhatap oldu.

Yine her yaklaşım, bir başka grubu gördüğü fena muamelenin müsebbibi gördü ve onu devletin paydaşı olarak değerlendirdi.

Yaşadığımız sorunlara baktığımızda, bütün kabiliyetlerimizi hayatta kalmak için savunmaya ayırdığımızı ve karşı grupların,  aslına yok olması gerektiği üzerine bina ettiğimizi görürüz. Ve acı bir şekilde, devletten dayak yiyen kimi grupların, cellatlarına özenir bir tutumla  faşizmle özdeşlik çabası içine girdiklerini görürüz.

Birbirini yok etme düşüncesinin zirve yaptığı yetmişli yıllar geride kaldı, ancak güçlü bir özeleştiriyle, " Devlet bizim neyimiz olur?" sorusunu ortaya koyamadık. Ulus devleti insanın üzerine salan ve hücreye kıstıran anayasanın mitolojik konumu, hala, yerinden milim oynamış değil.

Ulus devletin "kazanım"ları olarak Kürt ve  Alevi sorununu ortaya koymak, diğer kesimlerin problemsiz olduğunu göstermez. Uzun yıllara yayılan, katmerleşen ve en kötüsü suçun devlet anlayışından çıkartılıp farklı kesimlere teşmil edilmesi, sorunun nasıl başkalaşım geçirerek varlığını idame ettirdiğini göstermesi açısından önem arz etmektedir.

Tekke ve zaviyeler kapanmasaydı bugün Alevi sorunundan bahseder miydik? Kendilerini korumak için, Dersim olaylarından sonra, en ulaşılamaz tepeler, vadilere göçen ve adeta devletten en uzağa kaçan Aleviler kendi içlerine kapandılar. Yazılı kaynaklardan yoksun olarak, şifai kültürle varlıklarını idame ettirmeye çalıştılar ve bu nedenle aralarında yöntem farkları, bilgi kopuklukları oluştu.

Günümüzde bir araya gelip meramların topluca ifade edememelerinin nedenini buralarda aramak gerek. Kendini Hz. Ali sevgisine nispet eden kimi alevi mensubu kişilerin ateist olduklarını söylemeleri yine, yazılı kaynakların eksikliği olarak tebarüz ediyor.

Aleviliğin din mi, mezhep mi, meşrep mi olduğu tartışmasının içinden çıkamayan hetorejen bir camia devletten  farklı taleplerde bulunuyor.  Anadolu Aleviliği Hacı Bektaşı Veli, Hacı Bayram çizgisi üzerinde kendini bir meşrep olarak arz ederken, şehirleşmiş kesimde farklı modern talepler ortaya çıkıyor.

Görünen o ki, Kitap ve peygamberle sorunu olmayan Alevilik bir din değil; Rufai, Nakşi, Kadri vb. gruplar statüsünde bir meşrep konumundadır. Devletin meşrep katagorisinde geliştireceği hizmet, tümüne birden, ayrımsız ve teknik kriterlerle yapılmalıdır.

Tekke ve zaviyelerin derin irfan kültürüne katkısı düşünüldüğünde geç kalınan yeni düzenlemeler ele hemen alınmalı.

Sonuçta, materyalist bir dünyaya kurban verilen gençliğin dikey bir yolculuğa çıkarılmasının önündeki duvarlar kaldırılmalı; tekke ve zaviyelerin itibarı geri verilmelidir.

Nefesler, kasideler, tatyan türküleri, naatlar dünyanın anlamını, kardeşliğin lezzetini nasıl ortaya koyar, "ol dem" anlaşıla...

İlahi dertliyim dermana geldim
Devasun isteyu Lokmana geldim
...

Bu derdin çaresi yanmak yakılmak
Anınçün ben dahi suzana geldim
...

Ahmet Suzi Efendi