Dünyanın her yanında modern insanın önüne konan ve büyük mucizeler beklenen iki kavram var: özgürlük ve refah. İki kavram da netame yüklü aslında. Çağrışımı yerine, kültürüne göre farklılık arz eden, birbiriyle ilgili, insanı ve toplumu içeren anlayışlar taşıyan kavramlar üzerinden yürümeyi sürdürmemiz gerekiyor.
Özgürlük, aydınlanma ürünü, çağrışımı kişiye has ve nedense hep olumlu makamda ele alınan bir kavram. Özgürlük ontolojik açıdan tutsaklığın karşıtı değil, ancak hikmetinden sual edilemez dokunulmazlığa sahip.
İlk çağrışımında kişiye has tutumuyla, insanın başkasının sınırını çiğnemeden her şeyi yapabilmesini ilham ediyor. Yapılan bu tanımın yeterli olmadığı, içeriği tek yönlü bakış açısıyla ortaya koyduğu aşikar.
İnsan yapısı gereği, herşeye sahip olmak ister, sınırlama kabul etmez tarzda, hazlarının peşinde aklına gelen eylemi gerçekleştirmek ister. Sahip olduğu nefsin bu şekilde kullanılması, hayvani tutuma denk bir tarz oluşturur ki, insanı bu seyirde durduracak merhale ve neden bulunamaz.
Seküler anlayışın en sevdiği kavramların başında gelen özgürlük, bu tür uygulama ile bir başka insanın alanına müdahil olmaması mümkün olmadığı gibi, mutluluğu, tatmini elde etmesi de muhaldir.
Yeryüzü kaynaklarının sınırlı, tutkuların sınırsız oluşu, aynı zamanda kışkırtılan tutukuların tüketime aracılık etmesi, birbirini besleyen açmazları önümüze koyar.
İslam’ın bu alanda özgürlüğe bakışı çok farklıdır. Nefsin zaruri ihtiyaçlarının karşılanması ve dünyaya ihtiyacın asgariye indirildiği aşama, özgürlük aşamasıdır.
Dünyaya en az ihtiyaç duyan, en özgür konumdadır.
Bu sayede ötelerin sesi olan, dinmez özlemle gurbetten kurtulma arzusundaki ruh, hafifleyen ve talepleri azmanlaşmamış bedeni rahatça taşıyabilir. Bu sayede kazanmak, tüketmekle eşitlenmez bir özellik kazanır.
Müslüman malında fakirin belli oranda hakkı vardır. Ve ayrıca, bahse konu hafifleme oranında hayır yolunda harcamak ruhun huzurunu temin edebilecek yegane tutum olur. Devreye giren israf kavramı tüketimde yönlendirici bir etkiye sahiptir. Çok farklı bir biçimde, hazzın birbirine zıt mahiyet kazandığı yer burasıdır.
Müminin ruhu ikramla huzura kavuşurken, seküler algı tüketmekle özgür olacağına, hazzı yaşayacağına inanır.
Refah, insanın ve dolayısıyla toplumun, "ileri" tanımıyla konfora ermesi anlamına gelir. İhtiyaçlarını kolaylaştıracak alet ve makinaların çoğalmasıyla insanın rahata ereceği, daha az çalışacağına ait öngörü temelden hurafe çıktı.
Modern insanın fazla mesai yaparak elektrik faturalarına ve parça, servis ihtiyaçlarına yetişmeye çalışıyor. Üstelik makina, insanı fiziki olarak birbirine yakınlaştırırken, metafizik düzeyde alabildiğine uzaklaştırma özelliğiyle ortaya çıktı.
İyimser bütün öngörülerin bir bir çöküşünü, kitle imha silahlarının icrasıyla, bulundurulması ve imal edilmeye devam edişinden anlamak daha kolay olacaktır.
Teknoloji üzerinden geri kalışımızın faturasını dinimize kesenler, üç yüz yıldan buyana, içine düştükleri narkoz halinden uyanmış değiller. Çünkü Fortist sistem, üretim tarzıyla durağan değil ve her merhalede parlak kutular içinde yeni bağımlılıklar oluşturan ürünler hazırlıyor.
Refah konfora ayarı ve onun gelişimine kendini ayarlı hissetmenin, kökten bağımlı olmanın önemli kaydıyla ele alınışı zihinde başlatılıyor.
Dünya gelişmiş ve gelişmenin değişik safhalarındaki ülkeleriyle, büyük bir pazarı andırıyor.
Gelişmiş pazarın reklam olgusuyla oluşturduğu suni tüketimin kullanılması, bağımlılığı kaçınılmaz kılarken, ne gariptir, o oranda da özgürlük vehmi sunuyor.
Ürünü tadan ilgisinden yakalanıyor ve sisteme dahil oluyor.
Evrensel tüketici, aynı zamanda konfora kavuşmuş, özgür birey olma yaftasını kazanmış sayılıyor.
Sağlanan satın alma kolaylıkları ile ömrü boyunca kartlar marifetiyle ödemeye mahkum edilmesi bile, onu tanımlanan özgürlük sınırının dışına çıkarmıyor.
Ekvatorun büyük bir dişli misali dünyayı endüstriyel yapıdan tek gövdeye ve aynı zamanda onun ürettiği anlayışa taşıdığı modern dünyada Müslümanların durumu hiç de iç açıcı değil.
Denebilir ki, pazarın en iştahlı müşterisi olan, içinde bulundukları halden rahatsızlık duymayan aymazlık çölündeler.
En kötüsü "fark"larını kaybettiler/ kaybettik.
Bizi biz yapan, amansız bir sevdaya salan "gurbet" bilincimizi elektroniğin maharetine kurban verdik. Hakim olana, olması gereken hayranlığımız, onun yaratıklarının ürünlerine takıldı. Semanın sonsuzluğuna çıkması gereken idrakimiz, yatay yolculukta tutsaklığa dönüştü.
Refah dedikçe, onu içeren özgürlük dedikçe insaftan, merhametten ve adalet duygusundan yemiş oluyoruz.
Çünkü sorumluluğun yıldızlı zarını deliyoruz.
Oysa insanı gerçek güzelliğe taşıyan sorumluluktur.
Bir başka ifadeyle, insanın insana zimmetlenmesi.