Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi tartışmalar çok erken başlamış bu süreçte bu konu Türkiye’nin en önemli gündemi olmuştur.

Bir yanda kimin Cumhurbaşkanı olacağı tartışmaları devam ederken seçim süreci de bugün resmen başladı. Türkiye 11.Cumhurbaşkanını seçecek, aday gösterme süresi de 25 Nisan saat 24:00’a kadar devam edecek. Aday belirleme sürecinde de neler olacağı tam bir merak konusu.

Bu süreçte neler olacağı bir yana Köşk seçimleri öncesinde Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından Cumhuriyetinize sahip çıkın mitinginin gerçekleştirildiği güne geri dönüp bir bakacak olursak arka da çok da bir şey kalmadığını görmüş oluruz.  Miting öncesi dile getirilen darbe söylentileri, andıçlar, üniversitelerin otobüslerle meydanlara öğrenci taşıması bu mitingin oldukça gündem de kalmasını sağladı sağlamasına ama önceki yankı sonrasına taşmadı.

 

Miting gerçekleşti ve olaysız geçti. Herkes demokratik hakkını kullandı. Miting de en dikkat çeken ise CHP ile yakınlığı bilinen Tuncay Özkan’ın konuşmasıydı. Özkan, program da olmamasına rağmen bir konuşma yaptı. Sanki bir gazeteci değil de konuşan siyasi parti lideriydi. Özkan’ın konuşmasının program da olmamasına rağmen gerçekleştirilmesi kavgaya yol açtı. Kavga ADD Genel Başkan Yardımcısı Nur Serter’in,Özkan'ı kürsüye davet etmesi ile başladı.Bazı ADD’li üyelerin de bu olaya tepki gösterip "Üniversiteler sizin yüzünüzden bu hale geldi." diye bağırması dikkat çekti. Özkan kürsü de resmen show yaptı ama istediği amaca ulaşamadı.

 

 “Ben hırsızların şahıyım şahı” diye bağıran Televizyoncu Özkan’da bir hiddet bir hiddet sormayın. Kendini bir gazeteci gözü ile izle ise çok malzeme çıkardı. Gazeteciliğin tarafsızlık ilkesi de sağ olsun sayesin de iyice yerle bir oldu. Tarafsızlık yerine tehditler ve hakaretler vardı. Bu konuşmaya neresinden bakarsanız bakın hiç hoş değildi.

 

Özellikle halkı Ankara'dan ayrılmamaya davet eden ağır provokatif ifadeler kullanması dikkat çekiciydi.

  

Neysi ki yapılmak istenilene karşın kalabalık, tahriklere kapılıp sağduyusunu kaybetmedi.

 

Bu yaşananları bir yana bırakacak olursak kim ne derse desin Türkiye Cumhurbaşkanını seçecek. Yasalar ortada. Anayasa'ya göre 40 yaşını dolduran, Yükseköğretimi yapmış her milletvekili Cumhurbaşkanlığına aday olabilecek. 110 milletvekilinin imzası olur ise Meclis dışından aynı şartları taşıyan adaylar da gösterilebilecek.

 

25 Nisan'da aday gösterme süresi dolacak ve seçim turlarına başlanacak. Seçim süreci ise 26 Nisan'da başlayacak, 16 Mayıs'ta tamamlanacak. Seçilen yeni Cumhurbaşkanı, 26 Mayıs'ta görevi devralacak. Şimdilik Cumhurbaşkanlığı seçim turlarının ne zaman yapılacağı belli değil. Konu ile ilgili kesin karar 25 Nisan'da yapılacak TBMM Başkanlık Divanı toplantısında belirlenecek. Meclisteki seçim turları en az üç tam gün arayla yapılacak. Cumhurbaşkanı, milletvekillerinin gizli oyuyla seçilecek.

 

Şimdi bu durum ortada iken, neden doğal olan bu süreç baltalanmaya çalışılıyor onun üzerinde biraz durmak istiyorum.

 

Özellikle de bu süreç de ortamı karıştıracak işlere medyanın karışması işin ayrı bir boyutu.

 

Şunu herkesin iyi bilmesi gerekir ki bu gerçekleri söylemek eşittir AKP hükümetinin savunuculuğu değildir. Kendi şahsım da söylemek gerekir ise mevcut hükümetin her icraatını desteklediğim söylenemez. Ve bir daha belirtmek isterim ki haklarının kısıtlandığı söyleyen bir  çok gazeteci kadar da hakka sahip olduğum iddia edilemez. Günümüz de ise bir çok insan haksız uygulamalara maruz kalmaktadır. Ama bu hakları gasp edilen insanlar asla kitleleri meydanlara dökmeye çalışmamaktadır. Haklarını hak ve hukuk çerçevesin de aramaktadır.

 

Yaşananlar şuna benziyor ki bu ülke de asıl canı yananlar her ne kadar hükümetimizin bazı yanlış politikaları yüzünden haksızlıklara uğruyorsa da bu işi uygun yollardan çözmeye çalışıyor, her nerede uygunsuz iş yapan varsa da meydanlara çıkıp ortamı germeye çalışıyor.

 

Asıl olan kendi menfaatlerine uymuyor ise bile ortada bir gerçek var ise onu gizlememektir.

 

Özellikle de dürüstlükten ve tarafsızlıktan bahseden medyanın ve gazetecilerin bu ilkeleri arkasına atıp kitleleri yanlış yönlendirmeye çalışmaması gerekmektedir.

 

Bir gazetecinin asıl görevi ise meydanlara çıkıp show yapmak değil, gerçek ne ise onu bulup ortaya çıkarmaktır.

 

Bu ülkede asıl mağdurların yanında olma cesaretini, dünya görüşün her ne olur ise olsun göstermektir.

 

İnancı, ırkı,cinsiyeti ne olur ise olsun herkesin inancını ortaya koyması bir hak, bu hakkı meşru yollardan elde etmeye çalışmak ise şarttır.

 

Hep aynı nakaratları tekrarlamayın diyenler var ise, bizler bir şeyleri ne kadar söylersek söyleyelim birilerinin bizim söylediklerimize kulaklarını tıkamış durumda olduğu gerçeğini bilmediğimizden değildir, belki duymayan kulaklar ne dediğimizi bir ihtimal de olsa duyar umudu ile doğru bildiklerimizi söylemeye devam etmemizdir.

 

Bu ülke de inancında dolayı kimse kati surette kimseye zarar vermez. Bu ülke hepimizin. Dedelerimiz ninelerimiz bizler için meydanlar da düşmanla çatıştı. Çanakkale Zaferi büyük bir imam gücü ile kazanıldı.

Bugün asıl mağdurlar okullara, işyerlerine inancından dolayı taktığı başörtüsünden dolayı giremeyenlerdir.28 Şubat sürecin de de eylemler yapıldı. Bu eylemleri yapanlar da demokratik hakkını kullanmak istiyordu. Ama coplandılar, hakarete uğradılar. Bugün de aynı şekilde yasaklar devam ediyor sırf inancından dolayı bu ülkenin evlatları hor görülüyor. Ama birileri gibi sırf kendi çıkarlarından dolayı meydana çıkıp ortamı germeye çalışmıyor.

 

Şimdi bir kez daha bilmemiz gerekir ki şu an her kim Cumhurbaşkanı seçilecek ise seçilsin bu sürece kara leke sürülmemelidir. Asıl mağdurlar ülkemizin bütünlüğü ve birliğine zarar gelmesin diye susarken bu insanların yerine dublör rolünü üslenenler gerçekleri bir yana bırakıp kendini bir film setinde zannedip film bitmeden ve filmin sonunu beklemeden kendi rolünü değiştirip sahte şövalyeciliğe soyunup filmin sonunu getirmeye kalkmamalıdır...