Zamanın kimliği var. Her dönemin kimden yana, kime karşı olduğuyla ilgili aidiyet boyutu var. Bir başka deyişle bütüncül akışı anlamak, ona rengimizi verdiğimizi hissetmek için işaretler koyarız. Devirler, çağlar deriz de, geçmişi sayfa sayfa, okunması için kayıtlarız.

Kayıtlama becerisine sahip olanlar, genelde durumdan memnun olanlardır ve kayıtlamada yanlı olmaları da, bir bakıma haklı görülmeye meyyal izlenim uyandırır.

Zamanın kapımıza dayanan bir kırat olduğunu ve onu dizginlerinden tutarak ufuklara yol almak isteyenlere ram olduğunu sezmek, en çok attan / zamandan düşenleri sarsar.

Bir başkasının zamanını kullanan, kendine çalışmış olmaz.

Yaratılış amacından kopan her şey yabancılaşır ve yatağından çıkmış sel misali her şeyi ezer geçer. Değersizleşen ve öteye atılanı yeniden diriltmek, zamanın gözlerini silip onu kendine yar edinmek, büyük bir ürpertinin toplumsal muhayyilede buluşmasıyla imkanlı hale gelebilir ancak.

Zaman akar ve boşluk kabul etmez.

Atından inip ağaç altında uyuyan süvari, kaybolan atının hesabını kime sorabilir? Uykusuna hayıflanabilir ancak.

Her medeniyetin bir saati var.

Müminlerin saati merkezdedir ve gayrısı reaksiyonerdir.

Reaksiyoner çabanın sahip olduğu zaman dilimi olarak modern ve postmodern dönemleri aşma çabası ancak, müminlerin yaşantısını meşru kılabilir.

Zamanı, tekrar kurtuluş çağrısına ayarlı hale getirme çabası yoksa orada umut da yoktur. Mümin ötelerden haberdar edilen, saadeti hissetmiş, gereğini bellemiş insan olarak, uykularına özlem eklemiş yolcunun adıdır böylesi dönemlerde.

Gurbet halinin iki katıyla ortaya çıkışı, yüreğe saplanmış kurşunla yaşamak kadar ciddi bir duruma denk gelir.

Kurşun sancıdır asıl vakitten.

Sel değil, ölçüye bürünen, süzülerek gökten inen ve toprağın sevinçle kucakladığı yağmurdur sancı.

Her an ve her mekanda düş gördüren, fırınlanınca fikre dönen, el ele tutuşunca emeğe dönüşüp güneşi kıskandıran parıltıya kavuşan.

Bir dert ki, dermandan içeri.

Kaçan, kaçırılan kıratı yellerinden tanıyan...

Dert ki, aşığı söyletir kuyularda bile:

“Bir derdim var; bin dermana değişmem”

İki katlı gurbet vakitlerinde dertsiz yaşayanın sağlığı, “fazla” vitaminden bozulur. Hayatı aslına, adaletin kollarına taşıma uğraşını önemsiz bulanın, bigane davrananın durumu izaha gelmez anlam savaşlarında.

Her şeyin taraf olduğu ve her şeyin her an bir konumlanma içinde olduğu hayat arenasında geçmiş zamanla idame- i hayat uğraşında olanların adı muhafazakar olur. Zamana kayıtlı değeri geçmişe hapsedip bir başkasının zamanında nefes alıp vermek, sadece biyolojiyi ilgilendirir.

Her şey ekseninden kaymış, anlam akıldan koparılmışsa, oradaki yürürlüğe can vermek vebal yüklenmek, sorumluluktan kaçmak anlamına gelir.

Modern ve sonrası dönemde, gerilimli vakitlerdeyiz.

Nefeslerimize kadar kuşatma altındayız.

Ve fakat her şey korkunun ve gözün sınırına sıkışmış.

Buz dağlarının buhar olması için, nasıl da aşk ile soluk alanların, alevden sıcak nefesine ihtiyaç var.

Kendi değirmenini döndürmek için buz dağından su elde edip başağı un eylemek... Bir başka adıyla kendi saatini kurmak.

Öylesine çabuk, öylesine doğal ve sade.

Su hayattır. Su ya temizdir; ya da kirli. Hayat; ya adaletin, veya zulmün…

İnsan hayatın öznesi, su içen, bent yapan, değirmen döndüren; bulutlardan ineni, göğe yükseleni gören. Düşünüp kadim vakitleri, nerede olduğunu sorgulayan…

Geçmiş yağmurlarla ıslanamayız.

Şimdi, şurada, bu çağda bir yangın gerek. Bu dağı, ağır ağır ırgalayıp ovaya doğru su akıtmak için zorlamak...

Ya bu sular da donacak, ya da alevden nefesler buz dağını çözerek ovayla buluşturacak.

Acı çeken, büyük bir şiddetle yaşıyor demektir.

Acı çeken, bir doğuma gebedir.

Üzerine saldırılan, bir önemli cevher taşıyor demektir.

Ölümden şehadet çıkaran ile kim uğraşabilir?