Dünyadan en yüksek payı alabilmek, seküler eğitimin öncelikli hedefidir. Dünyevi hedeflerine etki etmeksizin varsayılan etik kurallar, yine fayda prensibinin yörüngesinde yürür. Eğitim bu açıdan, yürüyen çarkı sorgulayan, kökten değiştirmeyi düşleyen bir çaba olarak ortaya çıkmaz. Öyle olma ihtimalinde dahi, demokratlıktan anında vaz geçilir ve sisteme entegre olamayan zihni kalkışmanın karşılığı verilir.
Ortaya çıkan kimi cins kafaların, meczup derekesine indirilmesi, görmezden, bilmezden gelinmesi bir müddet geçici ferahlık verebilir. Edward Said, Chomsky, İvan Illich bu gadre uğrayanlardan birkaçı.
Dünya kapitalizme endeksli devasa makine olarak, üretimini nasıl yapıyor ve değirmenin aslan payı, nasıl bir beceriyle, belli adreslere akıyor konusu, araştırmaya uygunluk arz etmeyen bir husus olarak öngörülür.
Batılılaşmayı bir hedef olarak önüne koyan ülkelerin izlediği yol ve yöntem, bizim yaşadığımızdan çok farklı değil.
Öncelikle kendi tarihinden, dininden, o güne kadar taşınmış ne değer varsa, hepsinin bir kıymeti olmadığına inanılması dayatılır. Geri kalış, madde karşısındaki beceriyle ölçüldüğünde, ortaya çıkan ürünlere bakıldığında, kendinden şüphe etme durumunu ortaya çıkarmak, çok da zor olmaz.
Tarihten kaçış, gizli ya da belli süreye mahsus değildir. Adeta geçmişten intikam alırcasına, düşmanın yapamadığı aşağılamalarla geçmişi ele alan tarih yazdırılır ve okutulur. Kurtuluşun bilimde fende olduğu dayatması, nereye ait olmanın sorusunun cevabını da kendiliğinden karşılamış olur.
Akıl ve bilimin yörüngesinde yüzen dünyanın iki yüz yıllık hesabına bakmak, neden hala aklımıza/ işimize gelmez. Hiroşima, Nagazaki, Halepçe, Gazze vd. Bütün bu başarılar(!) kendini kimseye sorumlu hissetmeyen, yaptığının karşılığıyla, tekrar hesaba çekileceğine inanmayan zihnin vardığı sonuçlardır.
Dünyada kabaca iki ayrı cenah oluşmuş durumda, hizmet alma durumundaki yüzde yirmi ile hizmet etmeye mahkum edilmiş yüzde seksenlik oran. Bir bakıma bütün mücadele, bu orman kanununun sürmesi için, adı farklı konulmuş, çatışma alanlarından neşet ediyor.
Anlatırlar, Hindistan'da karar alan hakimler kafalarındaki peruğu öyle benimsemişler ki, İngilizler gittikten sonra da peruksuz karar alırsalar, adaletin tahakkuk etmeyeceğini düşünürlermiş. Bizim ve bize benzeyen Batılılaşma serüvenine devlet tercihi ile yönelen ülkelerin programında henüz köklü bir değişimden bahsetmek mümkün değil. Akademik disiplinleri koyan adres, ünvanları dağıttığı müddetçe de farklı bir yolun varlığı da muhal gözüküyor.
Eğitimin zahiri görüntüsü üzerine verilen kavga, mahiyeti unutturmada önemli işleve haiz. Beceriye yönlendirmeden önce, insanın dünyada bulunuşunu anlamlandırmaya kapı açmayan, insana düşünme melekesi kazandırmayan bir eğitim, kökü olmayan ağaç misali, meyve vermekten elbette uzak olacaktır.
İnsanı değerli görmeyen, ona güvenmeyen bir anlayış, özgüven eksikliği taşır ki, varlığını izhar etmede yetersiz kalır. Hiç bir bilginin üstünü örtmeyen ve bütün söylemleri ortaya koyan özgüvenle ve başarı- başarısızlık üzerinden Hakikati tarife kalkmayan, külli bir bakış açısına ihtiyaç var.
Dünya sistemine endeksli programları uygularken, dünyayı değiştirecek nesiller beklemek, nasıl bir hayal ürünüdür? Öte yandan hayatı ve insanı ihata edemeyen eğitim anlayışına teslim edilen öğrencinin, aileden veya çevreden karşısına çıkarılan beklentilere nasıl karşılık vereceği, içinden çıkılmaz sorunlar oluşturmaktadır. Kişilik yarılması bu düzlemde, birbirini dışlayan, okulla aile değerleri arasındaki çatışmada kendini gösterir.
Eğitimin, Cumhuriyete geçişle tek çatı altında toplanması, insanı nesneleştirme, öğretilecek olanı peşinen kabul etme dayatmasına yaslanıyordu. Çoklu eğitimin tartışıldığı günümüz dünyasında, geçmiş mühendisliğin yanlışlığı üzerine tezler ortaya çıkmıyor; çıkamaz da.
Zahiri dünyaya görüntü üzerinden eklemlenen insan, iç zenginliğini kaybedince, sahip olduklarıyla mutlu olacağı zehabına kapılıyor. İlişkileri sertleştiren, merhameti dışlayan, bencilce tutumun ortaya çıkması, muhatabı azaltmak veya etkisiz kılmak gibi, insanı hayvani içgüdülere terk eden bir anlayış olarak tebarüz ediyor.
Ortaya çıkan savaşlardan önce, gizli yürüyen taleplere bakmak, kim nereden, hangi beceriyle ne sömürüyor? diye anlamaya çalışmak yeterli olacaktır. Teknoloji sahibi bütün ülkelerin Müslüman coğrafyaya, sineklerin bala üşüşmesi gibi yüklenmelerinin, nöbetle üleşmelerinin nedeni ne ola? Arkada saklı duran, insan unsurunu ortaya çıkaran eğitimin, bunda önemli bir paya sahip olduğu açık. O zaman, aynı hayvani içgüdüyü körükleyen sistemi takip etmenin nedeni ne?