Bir Demirel portresi yazmak gerekli hale geldi. Medyanın tutumunu görünce, ömrümüzün neredeyse tamamına etki eden başka bir Demirel miydi diye, insan düşünmeden edemiyor. Tarihteki yerini alan siyasi portre üzerine Akif Emre ve Rasim Özdenören'in yazıları önemliydi. Yazar olsun olmasın, bizim kuşaktan her insanın Demirel üzerine yazı yazmaya hakkı olduğunu düşünüyorum.

İlk okula gidiyordum ve okul dönüşü havaya atılan kırmızı kare kağıtlardan biri avucuma konmuştu. Kırmızı zemin üzerinde, ön ayağının birini kaldırmış kırat vardı. Aklıma ilk gelen başıboş atın niye süvarisi olmadığıydı.

Kıratın hiç bir zaman süvarisi olamadı.

Yarım yüz yıla yakın sürede, çok konuştu Süleyman Demirel, ancak hiç bir şey söylemedi.

Çoban Sülü lakabıyla, yerli olduğu zehabı, Anadolu çocuğu sıfatı yüklendi ancak o, bütün işlevsel yakıştırmaları, nereden gelirse gelsin kabul etti. Tahammülü, pratik ve topu çalılıklara atan üslubuyla ilginç ve kendine has bir siyasetçi olduğu herkesçe malum.

Ragıp Gümüşpala'dan sonra partinin başına sürpriz bir isim olarak gelmesinden ziyade, dönemin hassasiyetleri önemliydi. Menderes asılmış, CHP tekrar devlet eliyle, öne çıkarılmış, sağ seçmen hüzünlü bir yalnızlık içindeydi. Siyasi gelecek iyice hassaslaşmıştı.

Millet gözünü karartıp CHP'nin karşısında kim varsa onu destekliyordu. Demokrat partinin ortaya çıkışı da dış etkenler sayesinde olmuştu. Başka seçeneğe yer vermemek adına, CHP ikiye bölünüp iki parti oluşturulmuştu. Kuzeyden gelen tehditlere karşı Cemiyeti Akvama üye olmak isteyen Türkiye'den istenen çok partili hayata geçiş, böylesine kontrollü gerçekleştiriliyordu. Ancak ikinci parti, nasıl olursa olsun, millete ait olacaktı. Milletin ilgisi onu kendine ram etmeye yetecekti.

Çatışma devletle millet arasında her alanda sürüyordu.

Nihayetinde Menderes'in idamıyla, millete kendine gelmesi için ihtar verilmişti. Kritik dönem genç mühendisle aşılacaktı. Bütün görüntüler milletten yana görünüyordu, ancak durum bir sentez bile değildi. Dışı millete içi devlete ait bileşke, anlık düşünen ve ilgili görünen, beklenmedik cevap yapıştıran bir siyasi çehre ortaya çıkmış oldu.

Halkın şivesiyle konuştu. Yaptığının taklit olduğunu anlaştırmayacak kadar ustaydı. " Benim köylüm, benim işçim, benim emeklim, dulum" ifadeleri ona ait çok samimi vurgular olarak seçim meydanlarıyla sınırlıydı. İktidara gelindiğinde kalıp hazır: "Dün dündür". Milleti avucunun içinde evirip çeviren, herkesi bir anda umutlandıracak, oyalayacak sözlerin sahibiydi. "Ne verirlerse beş bin fazlası" "Mazot vardı da biz mi içtik?" Benzeri uçuk vaatler ve popülist söylemleri yerinde kullanarak, her defasında da hesap vermemenin bir yolunu bulmuştur.

Kendisine oy vermede sabitlenmiş cemaat mensupları, bir bakanlık istemek için huzuruna gelirler. Meramlarını, zorlanarak izhar ederler. Demirel kükrer; " Beni saymıyor musunuz? Ben sizden değil miyim?" ifadesiyle, karşı tarafı cevapsız bırakır ve morale gark eder.

Halkı tanımada, taleplerini bilmede ve hiç bir zaman dış politikada risk almamada hep kararlıydı. "Halk plan değil, pilav düşünür" derken, güncel yaşayan, hedefsiz bir yönetim anlayışıyla önemli bir dönemin heba olmasına sebep oldu.

"Demagojide onunla baş etmek mümkün değildi.

Dış politikada NATO'nun en itaatkar memuruydu.