Cumhuriyet nedir? Literatürde tanımları iki çerçevede toplamak mümkün. Bir kısmı, cumhuriyeti demokrasiyi de içerecek şekilde, "halkın kendi kendini yönetmesi" gibi, geniş olarak tanımlamaktadır; bir kısmı ise, sadece, devlet başkanlığının babadan oğula geçmediği bir sistem olarak, dar bir anlamda.

Kanaatimce doğrusu ikinci tanımdır. Tarihi realiteye uyan da budur. Demokratik olmayan birçok cumhuriyet vardır. Uzağa gitmeyelim, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra yaklaşık birbuçuk yıl Türkiye'nin rejimi neydi? Ya da 12 Eylül 1980'den 1983 Kasımı'na kadar? Bu ara dönemlerdeki yönetim şekilleri de cumhuriyetti. Türkiye 1923'den 1950'ye kadar da cumhuriyetti, ama demokrasi yoktu. Birçok ülkede devlet şekli cumhuriyet olduğu halde demokrasi bulunmamaktadır. Bu bakımdan cumhuriyet ile demokrasiyi özdeş kabul etmek günümüz realitesine de uygun değildir.

Konuya tersinden de bakabiliriz; devlet şekli cumhuriyet olmadığı halde, demokrasi ile yönetilen ülkeler vardır. Özellikle güçlü demokrasilerin bulunduğu monarşiler. İngiltere gibi. Demek cumhuriyet olmadan da demokrasi olabilmektedir.

Demokrasi ile devlet şekli arasındaki ilişkiyi ayrıntılı olarak inceleyen siyaset bilimci Arend Lijphart, belirlediği kriterlere göre, dünyada 21 ülkede demokrasi olduğunu ifade etmektedir. Bunlardan 10'unda devlet şekli cumhuriyet, 11'inde ise monarşidir (Arend Lijphart, Çağdaş Demokrasiler, Trc. E. Özbudun – E. Onulduran, Ankara, sh.23-24). Ampirik çalışmalara dayanan bu tablo monarşi ile demokrasi arasındaki ilişkinin cumhuriyet ile demokrasi arasındaki ilişkiye göre daha da güçlü olabileceğini göstermektedir.

Kavramlara gerçekte taşıyabileceği anlamlardan fazlasını yüklemek ülkemiz insanının genel eğilimidir.

Cumhuriyet konusunda tarihi gerçeklere uymayan bir başka algı da şudur: 1923'te Türkiye, önünde birçok devlet şekli tercih etme imkânı varken, onlar arasından cumhuriyeti seçmiştir.

Türkiye'de saltanat Kasım 1922'de kaldırılmıştır. Bu tarihten itibaren monarşi yoktur. Kısa bir süre sonra başlayan Lozan Konferansı, bir aradan sonra, 24 Temmuz 1923'te imzalanmıştır. Bu anlaşma ile Türkiye bir devlet olarak uluslararası alanda kabul edilmiştir. Yaklaşık bir ay kadar sonra da bu anlaşma TBMM'de onaylanmıştır.

Türkiye Devleti 1923 Ekim'inde bir monarşi değildir. Peki nedir? Bu tarihlerde devletin şeklini belirlemek bir zaruret haline gelmiştir. Mustafa Kemal Atatürk ve dönemin siyasetçilerinin önündeki seçeneklerden biri yeni bir monarşi tesis etmektir. Osmanlı hanedanının elinde alınan saltanat yetkisi bir başka kişiye verilebilirdi. Ancak, yaklaşık bir sene kadar önce saltanatın kaldırılması sırasında, tartışmanın temel gerekçeleri Osmanlı hanedanına münhasır değildi; bizzat saltanat kurumunun kendisineydi. Saltanatı tel'in ederek kaldıran Türkiye'nin yeniden saltanatı tesis etmesi imkânsızdı. Bu durumda tek seçenek cumhuriyetti. Bir başka ifade ile Ekim 1923 şartlarında cumhuriyet bir zaruretti; cumhuriyetten başka bir seçenek yoktu.

Monarşi devam etseydi, Türkiye daha iyi bir demokrasiye sahip olur muydu, sorusu ayrı bir tartışma konusudur. Bunu tartışırken, Türkiye'de 1909 – 1923 arasında oldukça canlı bir demokratik hayatın mevcut olduğunu unutmayalım.

Tarihi olayları, kişileri, kurumları ve kavramları dönemin şartlarından kopartarak, günümüzün algıları ve kurguları içinde ele almaya kalkarsak tartışmaların sonu gelmeyecektir. Herşeyi yerliyerinde kavramak zorundayız.

Cumhuriyeti kuranlar, 1923'te, hayat tarzı ve zihniyet dünyası bakımından Çankaya'daki kutlamaya katılanlara mı benziyordu, yoksa ordu evinde kutlama yapanlara mı? Ya da Adana'da valilik tarafından yapılan kutlamaya katılanlara mı, yoksa cumhuru otelde gördüğü için cumhuriyet kutlamasından hızlı adımlarla kaçanlara mı? Fotoğraflara bakalım. Başörtüsünden rahatsızlık duyan bir zihniyetle ne İstiklal Savaşı kazanılabilirdi, ne cumhuriyet kurulabilirdi. Kendi dünyalarındaki senaryoları tarihi gerçekler sanan insanlar ne dünyayı, ne bu ülkeyi, ne de ülke insanını anlayabilir.