Bendeniz de ‘Ortadoğu’daki Halk Hareketleri ve Rejimlerin Geleceği’ başlığı altında yapılan panelin panelistleri arasındaydım. Panel, Dünya Bülteni, Dil ve Eğitim Edebiyat Derneği ve Eğitim-Bir-Sen’in ortak katkılarıyla düzenlendi. 16.02.2011 günü Turgut Özal Konferans Salonunda icra edildi. Seçkin bir topluluğa hitap ettik.

Bendenizin dışında yine Dünya Bülteni’nden meslektaşlarım Ertuğrul Aydın ile Çorum’un evlatlarından İbrahim Tığlı Bey vardı. Panele Kahire’den telefonla yine Çorum’un güzel evlatlarından olan Abdullah Aydoğan Kalabalık da katıldı. Bize Kahire’de yaşanılanlarla alakalı birinci elden bilgiler aktardı. Panele ilgi iyiydi. En azından meraklılarına hitap ettik. Bu benim Çorum’a ikinci gidişim. Bir de Yeni Şafak günlerimde Çorum’a gitmiş ve orada bir konferans vermiştim.

Bu defa Çorum’u biraz daha etraflıca görme imkanı bulduk. Saat Kulesi zaten gelen geçenin gördüğü bir nişan ve alem.  Murad-ı Rabii/Ulu Camii’ni de ziyaret ettik. 1509’da şehir depreme maruz kalmış ve Ulu Camii de yıkımdan nasibini ve payını almış. Sonrasında burasını Dördüncü Murat onarmış ve dolayısıyla cami hem banisinin verdiği isimle ve hem de onarımını yapan padişahın ismiyle yani çift isimle anılıyor. Camiyi kuranlar Selçuklular ve zaten mimari özellik bunu arife tarif gerekmez derecesinde ortaya koyuyor. İçeride On İki İmama işaretle ahşap on iki sütün var. Tek kelimeyle muhteşem bir tasarım. Caminin bahçesi de çok güzel lakin kuşları kaçırtmak için cami bahçesindeki ağaçları bonzai tarzı kısırlaştırmışlar. Keşke bunu yapmasalardı. Zira kuşlar da caminin cemaati. Kuşlar olmadan caminin bir boyutu eksik kalıyor. Kuşların meşakkatine katlanmamak için ağaçları kadük bırakmışlar. Halbuki, ağaçlarla birlikte zikreden kuşlar caminin bir başka lahuti boyutunu tamamlıyorlar.

*

Söz camiden açılmışken estetik boyutla alakalı bir iki mülahazamı aktarmadan geçemeyeceğim. Hıdırlık Mevkii’nden bakıp temaşa ettiğimiz dört minareli caminin minareleri estetik durmuyor. Zira dar alana dört minare sığdırılmış ve bunun üzerine sıkıştırılmış bir cami manzarası ortaya çıkmış. Uzaktan öyle görünüyor. Dört yerine çifte minare olsaydı belki daha şık durabilirdi. Keşke bu tarz abideler yapılırken daha geniş kesimlere özellikle erbabına danışılsa. Akıl akıldan üstündür ve eminim bu sayede daha güzel fikirler ve daha güzel yapılar ortaya çıkacaktır. Önemli olan yapının cesameti değil, sevimliliğidir. Bu da estetikle yakalanır. Her neyse. Yapanların şevkini kırmadan bu hususlara da dikkat edilmesi gerektiğini bilvesile hatırlatalım.

Esasında bu haftaki yazımı Çorum’a tahsis etmeyi düşünmüyor ve aklımdan geçirmiyordum. Lakin nereyi açsam Çorum’la karşılaştım. Adeta Çorum üzerime üzerime gelerek ‘beni yaz’ diyordu. Fazla direnemedim ve Çorum güzellemesi yapmak istedim. Çorum nohuda lezzet ve estetik katan bir ilimiz. Nohut onun elinde şekillenerek enva-i çeşit leblebiye dönüşüyor.  Nohut Çorumluların elinde leblebinin bütün çeşitlerine dönüşürken Arapların elinde de bazen ‘felafil’ tarzında köfte oluyor bazen de humus şeklinde ezmeye dönüşüyor. Hintlilerin milli yemeği soğan köftesi iken Arapların milli yemeği nohut köftesidir. Çorumlular ise nohudu başka bir lezzete dökmüşler. 

Unutmadan, Çorum’da mihmandarımız olan ve adeta bize pervane misali hizmet eden Hüseyin Kır Bey’in bize bol bol aparat tarzda leblebi ikram ettiğini hatırlatalım. Çorum’u leblebi eşliğinde turladık.

*

Merzifon Havaalanından Çorum’a gelirken tevafuklar zinciriyle karşılaştık. Kimi sorsam ve ansam Çorumlu çıkıyordu. Gündemde Yalçıneny’den (iki Yalçın ki, diğeri Yalçın Küçük’tür) biri olan Soner Yalçın vardı. Oda TV polis tarafından basılmış ve arkadaşlarıyla birlikte gözaltına alınmıştı. Unutmuştum, meğer o da Çorum’un ünlülerinden biri imiş.  Çorum’dan İstanbul’a gelirken Yalçın’lar tevafukuna bir yenisi daha eklendi. Hasan Pulur’un yazısından öğrendim ki, meğer Hüseyin Cahit Yalçın da İnönü affedene kadar Çorum’da sürgünde imiş. İttihatçıların hışmına ve gazabına uğramış ve bunun için Çorum’a sürülmüş. Soner Yalçın’ın kitapları benim gibi birçoklarına da manipülatif bilgilerle bezeli ve mühendislik ürünü gibi görünüyor. Doğu Perinçek tarzı bol kaynaklı ama mesnetsiz yazıyor. Bununla birlikte son hadiseyle alakalı bir kanaat belirtmeyeceğim zira isnatları ve bunların sıhhat durumunu bilmiyorum. Dolayısıyla yazının Soner Yalçın kısmı bir değiniden ibaret. Yargı hükmü içermiyor.

Aslen Çorum’lu olmadığı halde Çorum’un şöhretine şöhret katan meşahir yani tanınmış zevat da var. Bunlardan birisi Erzurum üzerinden buraya gelmiş ve şehrin hemşerisi olmuş olan Ahıska Türklerinden Hayrettin Karaman Hoca. Çorum’la bağlarını hiç koparmamış. Bir başka sonradan Çorumlu olan şahsiyet de Yasin Hatipoğlu. Aslen Yozgat’lı olmakla birlikte sonrasında yerleştiği Çorum’la birlikte kariyeri de yükselişmiş.

Adil Düzen teorisinin kurmaylarından olan Arif Ersoy da buralı. Yeni Asya köprüsünden geçen ve bir iki yıl önce kaybettiğimiz rahmetli Şaban Döğen Hoca da keza Çorumlu. Yine bir yargılanma sürecinden geçen ve bir davadan mütevellit hapiste olan Mustafa Kaplan da bir başka Çorum evladı.

Elbette dostumuz Mahmut Osmanoğlu da bu şehrin güzide evlatlarından birisi. Yeni Şafak’ın eski sahipleri olan Kış ailesi ve müdürü olan Nevzat Kütük de yine bu ilimizin kütüğüne kayıtlı olan tanınmış zevat-ı kiram arasında.  Bir reklam filminde olduğu gibi tozlanmış aracın ‘beni sil’ diye sahibine ikaz etmesi gibi meşahire ve ünlülere doymuş olan Çorum da her münasebette karşıma çıkarak adeta ‘beni yaz’ diyor. Ben de yazarak galiba borcumu ödedim sayılır.