Rabbimiz bize rahmetini değişik vesileler kılarak yeniler. Gaflet perdesi yırtılsın, öfke sarhoşluğundan uyanılsın diye sınırsız rahmetini değişik günlere kayıtlayarak müminlere bahşeder.

Kurban bayramı insandan aileye, cemaatten ümmete sarsıcı uyarıları yüklenip kapıları çalan merhamet rüzgarı misali sarsıyor hepimizi.
Kurban bayramı fizikten metafiziğe yolculukla kişiyi eğitime alan değişik bir metoda sahip. Allah (c.c) yakınlaşmanın imkanını kesilecek bir hayvan üzerinden, insana kendini izlettirerek silkinme, tazelenme, tevbe fırsatı sunuyor. Zaman içinde, yozlaşan hayatın katmanları arasında sıkışan insana yaptıkları hoş gözüküyor. Kendini mümin hissederken dahi, öfkenin arzusunu yerine getirmede, işi kan dökmeye kadar götürüyor. Farklı, hayırlı seçenekler, uhulet ve suhuletle seçilebilecekken, kan dökücülük, adı barış olan, bozgunculuğu, fitneyi olumsuzlayan bir din için meşru kabul edilecek konum olmasa gerek. Kanın ne zaman ve ne adına döküleceğinin zemini ve savaş ahlakını oluşturan bilgi ve pratiklerin yekunu ayan beyan bilinmekteyken...
Kurban kesme anında, kanın fışkırmasıyla insanda oluşan dünya ahiret arası, ölümle yaşam arası, evlatla can arası duyguların gel – gitleri suçsuz insanın öldürülmesinin, kardeş kanının haramlığının hissedilmesi olarak tezahür etmesi ve bu yolla yakınlaşma kesbedilmesi mümkündür.
İnsanların kurban edildiği putperest dönemlerde insana zafiyetini göstererek, derin ve keskin anlam imkanları sunan vahiy önümüze baba, anne ve çocuk üçgeninde içinde herkesin ruhuyla yer aldığı / alabildiği öykü ortaya koyuyor.
İbrahim, Hacer ve İsmail. Veya fedakarlık, tevekkül ve teslimiyet.
Hz. İbrahim bir anda bu özelliğe kavuşmadı; Hacer de öyle. Öncesinde anlam dünyasını bulmada, kendi doğumunu gerçekleştirdi. İbrahim dünya durdukça hikmeti büyüyüp duran tespiti kazıdı gökyüzüne:
“Ben kayıp gidenleri sevmem”
Akabinde putları kırdı. Ateşe atılırken teslimiyetinin ilk imtihanını verdi. Hacer, ıssızlığın ortasında, yalın bir dekor içinde yokluğa razı geldi. Hak’tan gelene boyun bükmenin, tevekkülün hikmetinin tefsircisi oldu. Susuzluğun ortasında, güneşin ateşinde bir anne, korku ve ümid koşularıyla merhamet ve umudundan ödün vermeden, bağlılığından zerre eksilmeden, durmadan koştu. Bir annenin koşusu, çocuğun toprağa ayak vuruşu zemzemle ödüllendi. Ve Hacer İsmail’in yanında Mekke’nin de annesi oldu.
Mekke, Kabe ve imtihanın zirvesi.
Ademoğlu için evlat sevgisi fitneye varacak kadar yükselebiliyor. En sevilenin yerini almaya durulduğunda fani varlık, dengeler sarsılmaya başlar. Hz. İbrahim evladını Rabbin rızası için, göz kırpmadan kurban etmeye girişirken, “kurbanlık” aynı teslimiyetin bir başka yönünü tamamlıyor.
Sınanmanın ulaşılmaz merhalesinde üç yakınlaşma biçimi, sevgi bahsiyle kalbe yerleşmeye çalışan fitneye bıçak çekme, bütün imkansızlıklara rağmen isyana düşmeden tevekkülü nefes gibi içmek ve hayatın bütün cazibesine, yaşanacak gizemli beklentilere karşı ölüme boyun uzatmak...
Bıçak, tüyleri ürperten kesinlikte, hala o anı taşımaktadır kurbanlığın boynuna her değişinde.
Öfkenin uzağında kalmak, isyanı akla getirmemek, şikayete yeltenmemek, dünyevi sevgileri  yerine çekme ve aczi keşfetme...  Allah’a  yakınlaşma imkanını ruhta kıpırdatan peygamber ve ailesinin hissedilişleri...

Bub; kinin, öfkenin, katılaşmanın, saplantıların, düşmanlıkların, müstağnileşmenin kurban edildiği imkanlar sunuyor.
Bıçağımızı fahşaya çekelim.

Doğulu batılı; kuzeyli, güneyli bütün mezhep ve meşrepleriyle Ehli Kıble, iki denizin kavuşması gibi kucaklaşması için “Kitab”ın içine girme durumundadır.
Biz onunla hemhal olunca, o bizi ihya edecektir.
Selam yurdu, işitme yeteneğini kaybetmeyen ve “itaat ettik” iradesini koruyanlar tarafından kurulacaktır.