Kuşların bile güven içinde uçamadığı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Dünyanın böylesine silah yüklü olduğu bir devir olmadığı kesin. Öte yandan insanların, ülkelerin de birbirinden bu yoğunlukta haberdar olduğu başka bir dönemin olmadığı da aşikar.

Barışın abartılı şekilde kutsandığı ancak, savaşın parolası yapılıp silaha dönüştürülüp güçlünün mülküne alındığı modern dönemin bir de insanlığa mutluluk getirdiği iddiası yok mu, aklın kabiliyeti yok sayılmakta.

Soğuk savaş döneminde yapmamak üzere oluşan denge, gelinen aşamada karşılıklı operasyonları onaylar mahiyete evrildi. Teknolojiyi üretip pazarlayan ülkeler dağlımın ve paylaşımın stratejisini de belirliyorlar.

Bu ülkeler yeri geldiğinde frene basıp barış için çalıştıklarını söyleyip meşruiyet ihtiyacını gidermeyi beceriyorlar. Yapılan savaşın, öldürülen insanların, satılan silahların müsebbibi değilmişlercesine, kendilerini aklayabiliyorlar.

Filistin'de sürekli yaşanan durum bu, Bosna'da şahit olduğumuz, toplu katliamlardan sonra ortaya konan tavır aynı.

Dünyanın bir bölümü öldürmeye, diğer kısmı öldürülmeye aday durumda.

İnsan hakları metinleri üstelik çok revaçta, onlar da öldürme adayı kesimin insafında. Ateşli silahlardan daha tesirli medya ile algı savaşının en önemli kısmı oluşturuluyor.

Önce tüm dünyanın bakış açısı, çıkar savaşını meşrulaştıracak biçimde işleniyor. Ölümü "hak" edenler cenahı oluşturuluyor, akabinde masumları kurtarma operasyonu barış havariliği payesiyle kolayca gerçekleştiriliyor. Ortaya çıkan kitlesel ölümlerin izahı hiç de zor değil. Kameranın gördüğü yer kadar gerçeklik sunmak, hiç de zor olmuyor.

İnsanlığın vicdani algısı işleme alınıp stratejinin masasında izole ediliyor.

Devletlerin uzun zamandan beri önemli silahlarından biri de sivil toplum olmaya başladı. Sivil topluma ait tepkilerin masum görülmesi, kullanım açısından verimini keşfetmek zor olmadı. Avrupa'da ortaya çıkan gösterilerin devletlerarası mücadeleden kopuk olduğunu söyleyemeyiz. Sistematiğe dökülen cami yakma eylemleri geleceğin planlanması açısından ayrı bir öneme sahip.

Bir başka dinle yaşama becerisini gösterememiş, özgüvene zirvedeyken bile ulaşamamış Hristiyanlığın hümanist bakış açısı sadece kendine dönük  ve sözde kalmıştır.

Sivil toplum, hükümetlerden daha geniş bakabilme yeteneğine, sevgiyi öne alma özelliğine sahip olması gerekir.

Devlet müdahalesinden uzak özgün sivil toplum kuruluşlarının, halkın gerçek duygularını yansıtabilme potansiyeline sahip olmaları beklenir. Toplumsal barışın korunması özellikle sivil alanda gelişen bilinçle yönetim üzerinde olumlu anlamda baskı oluşturur, daha doğrusu oluşturması beklenir.

Batıda ortaya çıkan gelişmelerin dış politikalarla aynı gündemleri paylaşması iyiye işaret değil; üzerinde düşünülmesi gereken bir durum olarak ortaya çıkıyor.

Batının insan hakları bakışında saklı duran ayrımcılık probleminden hiç bir dönemde vaz geçmediğini pratikler üzerinden biliyoruz. Bu tutum aynı zamanda  Batının insana bakışını da ele veriyor.

Kendi insanı dışında kalanları nesne olarak, düşünme aşamasına gelememiş, insanın çocukluk dönemine has olan dinlerin mistik alanını aşamamış kabul eden hastalıklı bakışını değiştirmediği sürece, insan haklarında ayrımcılık suçunu, kaçınılmaz şekilde,  işlemeye  devam edecektir.

Sahici bir barıştan bahsedilecekse her şeyden önce samimiyete ihtiyaç var. İnsanı değerle kabul etmek ve bunu kendi medeniyet söyleminden üretmek, samimi olmanın ilk adımıdır.

Barıştan bahsedebilmek için temiz bir bakışa sahip olmak gerekir. Bir yandan silah üretirken diğer yandan barıştan dem vurmak havanda su dövmeye benzer. Uluslararası camia denen ve algımıza büyük bir işleve sahipmiş gibi oturan adresin, aslında boş olduğuna inandıramıyoruz kendimizi. Bu psikolojinin açılımını devam ettirdiğimizde, insan haklarını sürekli zayıfların seslendirdiğini görmüş oluruz.

Eğer ortada varsayıldığı gibi Batının insana atfettiği bir değer olsaydı, insanın kıymeti güç dengesi ile ölçüme aktarılmazdı. Özellikle kitle imha silahlarının üretimi insanın hiç bir canavarla kıyas edilemez oluşunun açık göstergesidir.

Öte yandan uluslararası hukukun bulanık yapısı, zalimin yaptığının yanına kar kalmasına kapı aralar mahiyetiyle orman kanununa denk bir durumu ortaya koyuyor.

Barıştan bahsedip savaşın malzemesini üretmek izahtan vareste bir durum.