"Antikapitalist Müslüman" tabirinin rahatsız edici olduğunu anlatmaya çalıştığımız yazılarda İslam'a kısmi benzerliği kendilerinden kaynaklanan kapitalizm, sosyalizm ve liberalizmin önüne anti koyarak Müslümanlığı tarif etmenin yanlış olduğu tespitinin açmaya devam edelim.
Varlığını beşeri bir sistem üzerinden, benzerlik veya uzaklık tarifiyle anlamlandırma vahyin ruhuyla bağdaşmaz. Adını zikrettiğimiz üç beşeri seküler tez, birbirleriyle kendilerini tarif ederler, tez-antitez süreçleriyle vücut bulurlar. Ömürleri birkaç yüzyılla ifade edilen anlayışlarla İslam'ı kıyaslamak; dahası sistem kurmaya kalkmak sorunlu bir duruşun ifadesidir. Kaldı ki, kapitalizm, sosyalizm yetmişli yılların ifade kalıplarında işlevseldi, günümüzde içleri boşalmış durumdadır. Kavramların kendilerine mahsus işlevleri, ömürleri ve ölümleri söz konusudur. Kapitalizm, o dönemde, sosyalizmin annesi mesabesindeydi. Günümüzde bırakın Müslüman'ı, başka kimliklerde bile kullanılmayan bu kavram yerini sanayici, işveren, girişimci benzeri adlandırmalara bıraktı. Siz kapitalizme ne kadar yüklenirseniz yüklenin, kendini o kavramla ifade eden olmadığı için karşılık alamayacaksınız; dolayısıyla "Haklıyım" zehabına da kapılmak imkân dâhilinde olacaktır.
"Kuran'a sorulduğunda kapitalizm mi, sosyalizm mi çıkar" sorusu asıl sorunsalı teşkil ediyor. Bu soruyu soran zihnin geldiği aşama, yalnız, tedirgin ve reaksiyoner merhaleyi gösterir.
Baştan beri söylediğimiz; önemli bir sorun, yanlış yerden ve taşıma bakış açısıyla ele alınarak ortaya konuyor. Bu noktada gençlere bir şey demeye gerek yok; onlara "zaman" gerekeni söyleyecek. Ancak arkadaki anlayışın tek sahabi üzerinden, referansları keyfince yorumlayarak, ortaya çıkardığı agresif, aynı zamanda popüler yaklaşım dünyevileşmeye karşı derman olmuyor; aksine tersine bir dünyevileşmeye çağırıyor.
"İhtiyaç fazlası servetin dağıtılması" gibi, neticeden çözüm üretmeye yönelik formülasyan, İslam'ın mekâna ve an'a değer katan yaklaşımından uzak duruyor. Hz. Ebubekir ve Karun üzerinden ele alıp altının, iyilik ve kötülüğe nasıl dönüştüğünü anlatmıştık.
Meseleyi formüle edecek olursak, işin evveline, üretimden tüketime uzanan süreci kesintisiz olarak ele almak gerek, jip'ten başlamak vitrinle ilgilenmeye benzer.
Kısaca Müslüman'ca üretmek ve Müslüman'ca tüketmek üzere niyet ettiğimizde Kaf Dağı'nın ardına gitmeye "izm"lerden ödünç kavram dilenmeye gerek yok. Mümin çalışma hayatında işveren ve çalışan rolünde nasıl bir davranış içinde? İşveren işçisine onurlu bir davranış gösteriyor, ücretini hakkaniyet ölçüsünde ödüyor, zekâtını da veriyor, tüketirken israf etmiyorsa, geriye Yaratıcı ile baş başa bir alış-veriş kalmıştır. Bunu da zorunlu hale getirdiğinizde, kişinin salih amel yapmasındaki gönüllülük unsurunu yok edersiniz. Bu zengine kimin, ne adına bir şey söyleme hakkı olabilir? Ele alınması ve üzerinde durulması gereken konu budur: kim işçisine nesne muamelesi görüyor ve ücretini eksik veriyorsa, ona uyarıda bulunma görevimiz, birbirimizin "velileri" olmamız hasebiyle gereklidir. Bundan daha etkilisi, örnek eylemleri, anlayışları öne koyup ödüllendirmek, teşvik açısından, yaygınlaştırma yönünden daha önemlidir.
İzmlerin izinde sebep sonuç çıkarmaya çalışan insanlar, Mümin işverenlerin iş hayatını ne kadar biliyorlar bilmiyorum. Toptan mahkûm edici önyargılarla, fırsat kollayan mahfillere hasarlı malzeme ürettikleri de işin ayrı bir yönü. İstanbul'da MÜSİAD ve İGİAD kurumları çevresinde yer alan yüze yakın işveren tanıyorum. Bu insanların pek çoğu, (tamamına yakını da diyebiliriz) ticaretlerinden yüzde on Sosyal Hizmet Fonu (SHF) ayırırlar. Yine önemli bir oranı asgari ücretten işçi çalıştırmazlar ve çalışanlar için "işgören" tabirini kullanılır, ortak sosyalleşmeler oluştururlar. Dahasını da söyleyeyim; Hz. Ebubekir tavrını gösteren hayrete mucip salih eylemlerine şahit olduğum insanlar da var... Afrika'ya, sıkıntı bölgelerine yardım, yetimlerine sahiplik, bunca vakıf ve dahi pek çok hayır nasıl yürüyor? Müminler yaptıklarını söyleyerek değerini azaltmayacakları için çıkıp da bunları açıklamazlar.
Muhalif olmak, "konuşmak", yakınmak bir hayat tarzına dönüşmemeli. Gözlem yapmadan, araştırmadan, birkaç ihaleci üzerinden "sıdık"ları mahkûm etmek hakkaniyetle barışır bir durum olmasa gerek.
Sonuç olarak, dünyevileşmek zengin, fakir hepimizin sorunu. Müminler birbirlerinin "veli"leri olarak, her konuda, akışı doğruya yöneltmek için hayırlı olanı öne çıkarmalıdırlar. Ancak bundan önce zihin temizliğine, realiteden en az etkilenen bir duyarlılığı edinmeleri gerekir. Abartıdan, iyi tarafı görmeme ısrarından uzak durmaları gerekir. Araştırarak, öğrenerek, fikir üretmeliler. Her sözün adalet mekânından söylenmesi gerektiğini unutmamalılar.
Üzüntüm şudur ki, bir dönem hizmetleriyle, fedakârlıklarıyla önder eden insanlar, daha sonra "orta yolda" var olmaya devam etme yerine, kameraları kışkırtan kırmızı patikada öfkeli, kaba ve öykünmeci bir tavır içine giriyorlar. Oysa ümmetin dengede/orta yolda isabet kaydettiği naklen ve tecrübe ile sabit.
Hata yapma, yanlış içinde olma; tövbe bahsini, arınmayı gerekli kılan insan fıtratının tezahürlerinden değil mi?
Mevla hepimizin hayrını versin ve bizi razı olduklarından eylesin.