Siyasette kutuplaşma kaçınılmaz; belli bir raddeye kadar, bir ülkenin geleceğine, bugününe, hatta bazen geçmişine dair canlı ve ilginç bir tartışmanın da ön koşulu.

Herkes bütün esaslarda hemfikir olsa, siyasi tartışmalar sıkıcı ve manasız olurdu.

Öte yandan aşırı kutuplaşma anlamlı bir fikir teatisini genellikle engelliyor, zira iki taraf da aralarındaki farklılıkların ortak bir zemin aramayı nafile kılacak kadar büyük olduğuna inanıyor. Hiçbir ortak noktanız olmadığına hakikaten inanıyorsanız karşınızdakinin argümanlarını niye dinleyesiniz ki?

Geçen hafta Türkiye'yle ilgili iki toplantıya katılmak üzere Hollanda'dayken, bu mutlak kopukluk algısını bir kez daha gördüm. Toplantılardan biri Star ve Hürriyet Daily News gazetelerinde yazan Mustafa Akyol'la demokratikleşme tartışmasıydı; diğeri ise Hollanda'daki solcu Türklerin Hrant Dink anısına düzenlediği ve Rakel Dink'in de katıldığı toplantıydı. Her iki toplantıda da, bana göre Türkiye'de neler olup bittiğine dair dengeli bir konuşma yapmaya çalıştım. Mesajım temelde, Türkiye'de bazı meselelerde ilerleme, bazılarında da durgunluktan oluşan karışık bir manzara olduğu yönündeydi. Her şeyin yolunda gittiğini ve hükümetin genel olarak mükemmel bir iş çıkardığını iddia eden Türkiyeli gözlemcilere inanılmaması gerektiğini vurguladım. Aynı zamanda, giderek artan sayıda Türk ve yabancı gazetecinin Türkiye'nin tepetaklak gittiği, çünkü demokrasinin otoriter bir başbakan tarafından tümüyle yerle bir edildiği iddiasıyla çizdiği resme de hiç katılmıyorum. Bana göre her iki argüman da meseleyi gözden kaçırıyor ve Türkiye'deki gelişmelerin karmaşık ve dengesiz doğasını anlayamıyor.

Her iki toplantı sırasında ve sonrasında Hollanda'da yaşayan Türklerden pek çok eleştiri aldım; analizimi ya fazla olumsuz ya da fazla iyimser bulmuşlardı. Nüanslarla ve gri bölgelerle ilgilenmiyorlardı. Muhafazakâr AKP destekçileri iktidar partisinin performansına dair eleştirimden hoşlanmadılar; solcu muhaliflere göreyse AKP iktidarı döneminde gerçekleşen değişimleri fazla müspet değerlendiriyordum. Her iki taraf da bir orta yol olmadığı konusunda hemfikirdi ve siyah-beyaz bir değerlendirmeden kaçma çabalarım işe yaramadı. Aynı türde aşırı kutuplaşmayı Hollanda siyasetinde de görmek mümkün. Aşırı uçlarda sağcı ve solcu popülistler var; sosyal muhafazakârlık, iktisadi korumacılık ve Avrupa'ya kuşkuyla bakma konularında aynı fikirdeler. Her ikisi de anketlerde epey iyi gidiyor. Onların arasında, 21. asrın yeni gerçekliklerine ayak uydurmak için çırpınan bir dizi merkez sağ ve merkez sol parti yer alıyor. Popülistler merkeze verip veriştirmeye doyamıyor, kuşatılmış durumdaki merkezciler aşırılıkçılardan nefret ediyor. İki taraf arasında dişe dokunur tartışma düzeyi sıfıra yakın.

Bu kısır siyasi tıkanmayı sona erdirmek için sol liberallerin lideri Alexander Pechtold dikkat çekici bir girişimde bulundu. Eski İçişleri Bakanı, aşırı sağcı popülistlerin lideri Wilders'e güçlü ve belagatli karşıtlığı ile tanınıyor. Wilders'in partisine oy veren insanları gelip kendisiyle konuşmaya davet etti ve amacının onların fikirlerini ve şikâyetlerini daha iyi anlamak olduğunu belirtti. Geçenlerde de Pechtold, bu seçmenlerin fikirlerini, Wilders'i tercih etme sebeplerini ve onların düşüncesini kavrayıp değiştirme çabalarını anlattığı 13 röportajdan oluşan bir kitap yayınladı. Ortaya çıkan sonuç heyecan verici, zira insan önyargıları aşma ve liberal siyasetçiyle genellikle öfkeli ve huysuz davranan muhatapları arasındaki derin uçurumu kapatma mücadelesine tanık olabiliyor.

Kitabın ismi "Henk, Ingrid ve Alexander", zira ilk iki isim, Wilders'e oy veren erkek ve kadın seçmenler için kullanılan bir tür popüler lakap haline gelmiş durumda. Başbakan Tayyip Erdoğan da benzer bir şey yapsa çok güzel olmaz mıydı? Mesela kameralar ve gazeteciler olmaksızın CHP seçmenleriyle otursa, bir yandan kaygılarını ve sorunlarını dinlerken, onları kibarca fikirlerini saygıyla karşıladığına, fakat yanlış bulduğuna ikna etmeye çalışsa... Böyle bir girişim, şu an Türk siyasetini felç eden ve en büyük iki parti arasında her tür ciddi tartışmayı engelleyen aşırı kutuplaşmanın ötesine geçmenin cesur ve yaratıcı bir yolu olurdu. Kesinlikle çok da güzel bir kitap çıkardı ortaya: "Ali, Ayşe ve Tayyip."

Kaynak: Zaman