I
Sözün dinlendiği ortamlar bahara benzer. Bahar umut yüklüdür, muhteşem dekorla ölüm sonrası dirilişin resmini çizer sanki.
Bahar havayı, mekanı süsleyip bereketlendirerek genişlik hissi verir, çocukları sevinçle kucaklar. Bahar yağmurla gelir. Gök haberini toprağa eken muhabbet ekmeğinin lezzetini de ihmal etmez.
Her şey, söz itinayla, muhabbetle söylendiğinde ve her şey söze can kulağı verildiğinde anlaşılır. Sineler o demde, ılık bir yağmurda arınır gibi kendiliğinden devinir. Söz o dem, "ağulu aşı" bal eylemeye durmuştur.
Türkiye nicedir işiten kulağından, söz söyleyen dilinden ve dahası, niyeti ve sözü arındıran gönülden kopuk yaşıyor.
Sözün, söylenirken öfkeye yaslandığı, dinlenirken önyargıya çarptığı otuz yıl süresince acılar denizinde yol aldı. Bin yıllık tarihi unutma çabası içinde yanlış soruya, yanlış çevap hazırladı. Öfkesini elbise yerine giyen bir milletin eline silah veren çok olur. Öyle de oldu.
Yanlışın yanlışı nasıl da gümrah hale getirdiğini binlerce can toprağa düşerek gösterdi.
Kimsenin kazanmadığı savaşta, toprak kana doydu.
Kardeşin kardeşi yok ettiği süreçte, söze bütün kulaklar tıkalıydı. Bu yüzden duyulmuyordu nasihatler, muhatapsız kalıyordu annelerin feryadı. "Herkesin kazançlı olacağı barış ülkesi var" sadası, silah sesleri arasında duyulmuyordu.
II
Şimdilerde öfkenin buzu erime temayülü gösteriyor. Kardeşlik ikliminin kokusu geliyor şehirlerden, dağlardan. Bir anlık susuşlar, bin yıllık barışları hatırlatıyor.
Öfkenin buzullarını kardeşlik nefesiyle damla damla eritip toprağa akıtma ve oradan barış başaklarını yeşertme arzusu kıpırdıyor.
Doğma arzusundaki bir bebek gibi gün sayıyor barış. Acele etmeden, çabuk; gün gün olgunlaşarak, yoluna davullar çalınacak zamana doğru ilerliyor.
Engelleri aştıkça daha da güçleniyor.
Barış önce sinelerde yeşerir. Annelerin yüreğinden alır ilhamını. Paylaşılan günlerin, asırların hatıralarından demlenir. Çanakkale'de ölüm karşısında, tapu kaydı için, son pozunu verir. Dilleri farklı, sinelerin özü bir koro, şehadet marşını okurken, o büyük mirası haykırırlar:
Bu vatan bizim.
Bu vatan bu kardeşliğin.
Otuz yıl boyunca eziyet çeken kardeşlik, en çok acı çekenimiz.
0 diğer kelimeler gibi sözlükte yaşamaz. Onun memleketi sevgi mekanı kalplerdir. Sokakta gerer, terazide durur, kucaklaşanları daha sıkı sarar; kıtalar boyunca koşar.
Bir annenin, bir babanın çocukları, doğuştan üstünlük de noksanlık da yok. Bir bulut kadar saf her çocuk. Sonra güzelliklerde yarış... En çok yıldız parlatan, dünyayı kirden arıtmaya koşan kıymetlimiz olacak.
İmanda olanlar, inkara sapanlar, söz ile anlamaya; birleşmeye ve ayrılmaya duracak ve birbirlerine "güzel sözle hikmetle" teklif sunacaklar.
Sözü dinleyenler, sözün "en güzelini" seçebilecekler ve ona uyacaklar.
Sözün en güzeli öldürmeyi değil; yaşatmayı murad eder. Kardeşlik iklimini kurar ve bir tek kişi dışardan bırakmadan çağrısını yapar. Masmavi bir çadır olur gökyüzü ve onun uzandığı yere uzar kardeşlik menzili.
Evrensel türkü olur, dillere düşer ve yağmurla ifadeye durur. Yağmur hepimizin şarkısıdır. Sema ile arzın birlikte seslendirdiği, insana düşünmeyi, anlamayı öğreten şarkı...
Elleri her yana erişen, tek tek herkese göz kırpan şarkı... Bu şarkıyla ıslanınca insan, nice soruya çarpar ve canhıraş cevap arar.
Aramak; kalbi kaybolmuş gibi aramak...
Kentleri, dağları aşarak aramak. Kendini buluncaya kadar, soluk soluğa koşarak aramak.
İnsanın ilk buluşma mekanı arama vadisidir. Ararken insan, ağırlıklarından kurtulur, önyargılarını parçalar.
Bulanlar, art niyetle arayanlar arasından sıyrılıp gelenlerdir.
Bulanlar büyük bir çığlık gibi sese dönüşür. Söz olur devrana düşerler.
Dünyanın en büyük savaşı, kendini bulma mücadelesidir.
Bu savaş her insana yeter de artar. Anlam yurduna varmak, var oluş sırrının düğümünü çözmeye durmak; şiddet olarak, hazine olarak, haz ve niyaz olarak insana yeter.
Bu halin hamalı hissedişin topal münadisi sözdür.
Sözle sukut eder insan, dağları söz ile sarsar. Sözün gücü samimiyet bağıyla ölçülür bir nebze. Güzel söz yediveren güle benzer. Çirkin söz söyleyeni küçültür, gülü kurumuş dikene benzer.
"Gelin canlar bir olalım."
Derinden güzel sözler çekelim. Sinede kadifeyi kıskandıran, yumuşaklık bahşeden sözlere yalvaralım.
Gelin alevden geçmiş, barışa susamış kavi sözler söyleyelim.
Gelin canlar canı canla, sözü anlamla buluşturup kardeşliği; yitik sırrımızı yeniden keşfedelim.
Anne gibi merhamet sofrası, çocuk gibi saf bir yağmur damlası olup, acıları unutturacak sözleri konuşturalım.
Gelin canlar, düşmanı kendimizde bulduran sözlere sığınıp kötülük arzusunu mahkum edelim.
Ve bütün anlatılanı yetmez görüp, sözden hikmet üreten Yunus'a sözü verelim:
"Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz"