Evrensel işlerlik kesintiye uğradığında, pratikte olmamanın getirdiği sorunlar çoğu kez yakıcı olarak tezahür eder. Birinci dünya savaşıyla ortaya çıkan kopukluk, İslam’ın kendi yurdunda suçlu gibi görülmesine neden olurken sözlü kültürle korunmaya çalıştı.

Yüksek duvarların arkasında paranteze alınarak bekletilirken, akışın bahşettiği dinamizmden kopuşla, yerel özelliklerin karakterine büründü. Mezhepler, meşrepler elinde ana özü zedelenmiş olarak ortaya çıktığında, hayat yerine ölümü temsil eden karakteriyle, bütünleyen özeliğini kaybetmiş oldu.

Günümüzde Müslümanların en tehlikeli rakipleri bir başka gruba ait Müslümanlarsa, problemi bir başka adrese göndermek sağlıklı bir yol olmayacaktır.

Zamana etki etmenin yolu, güne ait hayat kokan bilginin güven veren varlığıyla ilgilidir. Güne ait bilgi aynı zamanda dünle/köklerle kurulan ilişkinin sıhhatiyle gücünü ikmal edebilir. En azından İslam medeniyeti için durum böyle.

Geçmişle kurulan bağlantıda ortaya çıkan açmazlar, aynı zamanda, güncel anlayışın çarpık beslenmesine neden oluyor.

Değişik coğrafyalarda, silahlı, silahsız ortaya çıkan kimi grupların kavrayış biçimini İslam öncesi döneme götürmek mümkün. Sonuçta kendi içinde çoğulcu bir bakışı içine sindiremeyen, anlayış, sabır olmayınca, ufuktan, düşten ve düşünceden bahsetmek de imkansız hale geliyor.

Farkında olmadan, zahiri anlayışlarla batını tercihler arasındaki çatışmalar birbirini besler hale geliyor.

Usulünü kaybetmiş bir ümmet; param parça ve her parçası diğerine düşman.

Çözüm için tek bir anlayış etrafında buluşmak önerisi, muhal olduğu kadar mevcut anlayışların tekelci yapısını onaylamak anlamına geliyor.

Önce "acaba" diyebilmeliyiz.

Tüm olumsuzluklara rağmen, insafı, sabrı, merhameti kuşanıp "acaba?" diyebilmemiz gerekli. İmani konular haricinde, mücmele taalluk eden bahislerde acaba? demekle karşı tarafın da haklı olabileceğini ihtimale dahil etmek, farklılıklara kapı aralamayı sağlayacaktır.

İslam’ın dünyaya bakan yüzünde, temel ilkeler ışığında izafi bir bilgiden bahsedebiliriz. Hayatın katılığını çözen ve değişik yorumlara izin veren bakış açısı, aynı zamanda yenilenmenin en büyük imkanı olarak değer görmeyi bekliyor.

İslam insanın katılımını, üretkenliğini her zaman önemseyen karakteriyle, "akletmeyi" sürekli vurgulayarak diri bir toplum öngörüyor. Tevhidi çerçeve kabul ederek, geniş bir alan içinde anlayış ve yorumları rahmet olarak telakki ediyor.

Kitap ilmi bir çaba ile pratiğe aktarıldığında hayat olur.

Ortaya konan çaba insan ürünüdür ve farklılıklar kaçınılmazdır. Farklılıkların bir zenginlik olduğu sık sık söylenmesine rağmen, tahammülsüzlük öldürme aşamasına ulaşmış durumda.

Bir başka açıdan bakıldığında kimi mezhebini, kimi etnik kökenini dünyevi çıkarlarına neden teşkil ederek var oluyor.

İslam’ın önündeki en büyük engel Müslümanlar!

Acı verici, ama o kadar da gerçek.

Dünyayı ihya etme durumunda olması gerekenler, şiddetin ve silahın tüketicisi olarak, kardeş kanı dökmeyi sıradan bir durum olarak görüyorlar.

Hayatın kaynağı ellerindeyken, suyun başında susuzluktan ölmek, nasıl bir şeyse, bizi o izahsız durum anlatır ancak.

Kendi içinde dahi farklılığı beceremeyen bir fikrin yaşaması muhaldir. Hicretle Medine'yi şereflendiren Hz. Peygamber bütün kesimleri bir anlaşma ile güvenli ve huzurlu bir ortama kavuşturdu.

Onun ümmeti, zengin tarihi birikimden beslenmeye tevessül etmeyecek kadar yozlaşmış durumda.

Buzdan su elde edip hayatı kurmak yerine, suyu buz yapıp her şeyi dondurmayı kim öğretti ümmete?