28 Şubat medyada şahitler üzerinden yoğun biçimde konuşuluyor. Nostalji tadında konunun ele alınması ve her yıl deveran eden anılması gereken günlerden biri olarak kabule şayan görülmesi, bize ait boyutuyla konuyu değerlendirmeyi perdeliyor.

Darbeler içinde, postmodern özelliğiyle öne çıkan 28 Şubatın hedefi gerçekleşmedi diye yüzeysel bir bakış açısı, gelinen aşamayı ne oranda izah eder? Yaşanılan sürecin ilginçliği ve baskının boyutu elbette önemli, ancak baskıdan imkana geçişin insan üzerinde oluşturduğu etkinin niteliği hiç konuşulmuyor. Oysa bu açıdan bakıldığında sakin bir özeleştiriye ihtiyaç olduğu açığa çıkıyor.

Baskı ortamının çözülmesiyle, hükümet olan dindarlığın siyaseti dönüştürürken kendinin yaşadığı dönüşüm fark edilemedi. Siyasetin enerjisi cemaatler, gruplar ve sivil toplum kuruluşları üzerinde büyük beklenti oluştururken, farklı bütün çalışmaların uzun vadeli olması gereken çabaları güncele müncer oldu.

28 Şubat iradesi, yükselen dini duyarlılığın, kendine has tutumuyla, sekülerliğe iltifat etmemesinden rahatsızdı. Net projeleri, ortaya konmuş hedefleri ve söylemleri olmamasına rağmen, dünyevileşmeye karşı direnç taşıyan gelişmenin hissettirdiği korku, dış destekli müdahaleyi harekete geçirici etken oldu.

Dönemin gösterilerinde kız öğrencilerin kıyafetlerine baktığımızda, günümüzde kumaştan ne kadar “ çaldığımız” ortaya çıkar. Ruh beden uyumunun hicab bahsinde kamusala çıkmasını ifade eden tesettürün, bugün modanın konusu haline gelmesiyle, kişisel ayrıcalıkları ortaya çıkarması, çekiciliğin aracı olarak ucubeleşmeye devam eden sürecin parçası haline gelmesi dikkat çekici bir durum olsa gerek.

Darbe öncesinde, fıkıh kişisel hayatın merkezindeydi ve bütün yapıp etmelerin haram ve helal ölçüsüyle meşrulaşacağına olan bağlılık, aynı zamanda müminler arası ilişkinin gücünü de belirliyordu. Darbe ortamında verilen imtihanın başarısı da, ortak halin ve iman bağının niteliğiyle doğrudan ilgili olduğu söylenebilir.

Darbe sonrasında yaşanan gelişmeler, özellikle siyasi figürlerin değişen yaşam tarzları ve açılan yeni imkanların oluşturduğu psikoloji, tarihi bir kez daha tekerrür sahnesine çekti. Müslümanlar tarihi süreç içerisinde, zorlukları paylaşmada, çetin şartlara direnmede hep başarılı imtihanlar verdiler. Ancak bolluğu ve rahat ortamı pay etmede hep müşkilat içinde oldular. Vitaminden zehirleme ismini verebileceğimiz, şubat sonrası süreçte, müminleri birbirine bağlayan ilişkiler zayıfladı önce. Fıkıh ortamı yerine kültürel dindarlığa bıraktığında, İslam sadece dile düşmekle kalacak bir algı sınırları içine alınmış oldu. Fıkhın yokluğunda, hazları pazarlayan vitrinler gençliğin ayağına serildi. Medyanın sunduğu katkıyı da göz önüne aldığımızda, pek çok şeyin meşru görülmesi, tartışılmaksızın pratik üzerinden içselleştirildi. Cinsler arası yakınlaşmadan gündemlere varıncaya kadar, şubat öncesiyle ilişkisi olmayan atmosferde, ibadet bahsinde de oldukça zayıf bir gençlik ortaya çıktı.

Burada gündem belirleyemeyen, siyaseti acımasız eleştirirken bir anda beklenti durumuna geçen grup ve cemaat yapılarının konumu da dünyevileşmeden payını fazlasıyla almış oldu. Beklenti öncelikli siyasete eklemlenen cemaat algılarının uğradığı kırılma yerini kurumsallaşma adı altında batı merkezli yapılanmalara bıraktı. Maddi refah, akademik başarı takvanın mekanını işgal etti ve fıkhın küçümsenmeyle karşılık bulduğu bir vasatta, söz klavye ile “cafe” ürünü, olarak tüketime sunuldu.

Önceki dönemlere ait, adaletin yasalaşması, adil düzenin kurulması, sosyal adaletin sağlanmasına ait özlemlerin, öğrenci evlerinde çayla birlikte hücrelere aktarıldığı demlere zıt olarak hedefler, kariyer planlaması üzerinden başarı programlarına endekslendi. Batı zihninin pazar başarısını tetikleyen NLP programları, tahlil ve dönüşüme tabi tutulmadan devreye alındığında, sürekli anlatılan, örnek sahabiler ve onların numune hayatları da sohbetlerden uzaklaşmaya durdu.

Tesettür defileleri geldiğimiz aşamanın; meşru olmayan “kabul”lerin etkisini göstermesi bakımından ilginç örneklerden sadece biri. Yozlaşma ailenin gücünü kaybetmesinde, çocuğu ve genci değer olarak besleyememesinde ve gençlerin eş seçerken ortaya koydukları kriterlerde açık hale geldi. Evlenme yaşının yükselmesi, boşanma oranının artması, tatminsiz insanı profili olarak dindarları da içine aldı.

Tüketim ve algı açısından baktığımızda, pazara bütün yönleriyle eklemlendiğimizi görürüz ve kaçtığımız soruyla buluşuruz: 28 Şubat başarısız mı oldu?

Evet, yöntemi yanlış seçtikleri için başarısız oldular. Paletlerin hareketiyle, ikna odalarıyla komikleştiler. Sertlik dönüp kendilerini kuşattı.

Ancak biz onların istediği forma; tüketim pazarında ideali kaybetmeye, kendi rızamızla talip olduk. Onlar başarılı olamadı, biz başarısızlığı kendimize reva gördük. Yumuşak güce yenildik, dünya içimize yerleşti ve lezzetlerin keşfine çıkardı bizi.

Düşünsel yenilenmeye giremedik, yeni duruma karşı kolektif şuur geliştiremedik. Fikir ve sanat alanında tüketici konumda kaldık. Yapıcı muhalefeti düşmanlık hanesine kayıtladık.

Geldiğimiz aşamayı sorunlu görmeyenler bir yana, bütün sorunu iktidara yükleyenler de aynı tuzağın içinden söz etmiş oluyorlar. Siyaseti, nitelikli sosyalleşmenin üstünde görme, sivil alanı boşaltma yönünde, geç kalmanın telaşıyla, orantısız ve malum çevrelerin kullanımına açık beyanlara yelteniyorlar.

29 Şubat dört yılda bir geliyor, sanki kendimize yönelttiğimiz, özeleştiri oranını temsil ediyor. Halbuki sorunu yine bir başkasının suçuyla sınırlamanın, sorumluluktan kaçmanın adı olmaya başladı yirmi sekiz şubat.