Singapur, Polonya veya Yeni Zelanda gibi ülkeleri Arap ülkeleriyle karşılaştırmamız mümkün değil. Zira bu üç ülke istikrarlıyken, çoğu Arap ülkesi sürekli çalkantı yaşıyor. Bölgemizdeki çoğu ülke, siyasi sistemin sarsılması, bölgesel istikrar eksikliği veya başka ekonomik veya sosyal sorunlardan mustarip. Arapların sürekli sorunu, iç ve dış siyasi istikrar yokluğu. Çok iyi biliyoruz ki, siyasi rejimler içeride istikrar sağlayamadan ve süreklilik ortaya koymadan, yani varlıklarını sadece güçle dayattıkları zaman, bölgenin başarı elde etmesi mümkün değil. Bizlere düşen, Türkiye ve Hindistan gibi enkazdan çıkmaya başlayan ülkelerin hikâyelerini incelemek. Bu ülkeler sistemlerine kalıcı nitelikler kazandıracak araçlar yapılandırmaya çalıştı ve uygun kalkınma formülleri denedi. Türkiye askeri yönetimi bıraktı Türkiye öldürücü derecede muhafazakâr olan askeri yönetimi bıraktı ve esnek bir siyasi yönetime açıldı. Türklerin AB'ye katılma arzularının olumlu değişimde itici rolü oldu. Ülke, Osmanlı Devleti'nin yıkılmasından bu yana böylesine bir canlılık ortaya koymamıştı; Türkler başladıkları yolu tamamlarlarsa Avrupa manzumesine girmeye bile ihtiyaç duymayacaklar. Hindistan'sa bildiğimiz gibi siyasi anlamda Türkiye'den daha istikrarlı. Ancak ülke sosyalist yönetim yöntemiyle bayağı sıkıntıya düşmüştü. Nüfus patlaması da Hintlilerin bir diğer sıkıntısı. Fakat, rejimin gelişmesini sağlayan ve küreselleşmeden yararlanarak ekonomiyi açan dönüşüm sayesinde Hindistan'ın da şaşırtıcı bir başarı hikâyesi oldu. Hindistan'ın deneyimini şu temel sebepten dolayı hafife almamalıyız: Hindistan bürokratik, siyasi ve ekonomik anlamda epey zor şartlarda başarı elde etti. Mısır veya Fas gibi nüfusu yoğun ülkelerdeki siyasiler bu deneyimi incelemeli. Hindistan'dan alacağımız ders, fakirlik ve kalıcı başarısızlık tünelinden çıkacağı hiç kimsenin aklına gelmeyen bir ülkede, dünün imkânsızının bugün mümkün olduğudur. Türkiye de Cezayir ve Fas gibi Avrupa'yla çevrili fakirlik kuşağındaydı. Fakat Türkler Almanların ve Fransızların kapısında beklemek yerine kendi sistemlerini düzeltti. Türklerin AB'ye girmesini engellemek için tacizkâr görünen şartlar koşan Avrupalılar, Türkiye'yi kendi durumunu ve yasalarını gözden geçirmeye, düzeltmeye ve parlak bir döneme girmeye sevk etti. Bir Amerikan üniversitesindeki araştırma uzmanının, "Türkiye, öğrencilerini tahsil için ABD'ye gönderme noktasında Körfez ülkeleri de dahil bütün Arap ülkelerini aştı" yorumu beni şaşırtmıştı. Ayrıca biliyoruz ki, reform sadece siyaset veya ekonomi değil, hayatın bütün alanlarına yansır. Biz sadece kötü rejimlerden çekmiyoruz. Bu rejimlerin toplumlarının güçlerini geliştirmek için bir şeyler ortaya koyma konusundaki acziyetinden de çekiyoruz. Dönüşüm, gelişme, değişim ve reformdaki bu acziyetle biz geri kalırken, yakın zamanda bizim bölgemizdeki ülkelerden daha başarısız olmuş ülkelerin reform yöntemini seçtiğini ve ilerlediğini görüyoruz. (Londra'da Arapça yayımlanan Şark ül Evsat gazetesi, 22 Mart 2007)