'Teröre karşı savaş' ABD'de bir korku kültürü yarattı. 11 Eylül'deki korkunç saldırılardan sonra Bush yönetiminin bu üç kelimeyi ulusal bir amentü mertebesine yükseltmesi Amerikan demokrasisi, ülkenin zihinsel durumu ve dünyadaki konumu üzerinde habis etkilerde bulundu. Aslında bu 'teröre karşı savaş' ifadesini kullanmak, bize karşı terörü kullanabilecek fanatiklerden kaynaklanan gerçek sorunlara etkince karşı koyma yetimizin altını oydu. Klasik bir kendi kendini yaralama vakası olarak nitelendirilebilecek bu üç kelimenin yol açtığı hasar 11 Eylül'ün fanatik faillerinin düşlerinde görebileceğinden bile daha büyük. Bir kere cümlenin kendisi anlamsız. Ne coğrafi bir bağlam sunuyor ne de farazi düşmanlarımızı tanımlıyor. Ayrıca terörizm düşman değil bir savaş taktiğidir; sivillerin öldürülmesiyle gözdağı verir. Şişesinden çıkarılmış cin gibi Fakat işin püf noktası belki de, cümlenin muğlaklığının destekçilerince kasten veya içgüdüsel olarak benimsenmesinde gizli. Sürekli 'Teröre karşı savaşa' atıf önemli bir amacı yerine getirdi: Bir korku kültürü doğdu. Korku aklı gölgeler, duyguları yoğunlaştırır ve siyasetçilerin halkı istedikleri doğrultuda seferber etmesini kolaylaştırır. 11 Eylül şokuyla Irak'ın kitle imha silahları bulundurduğu varsayımı arasındaki psikolojik bağlantı olmasa, savaş asla Kongre onayı alamazdı. 2004 seçimlerinde Bush'un kampanyasına destek de kısmen 'savaştaki bir ulus' yarı yolda komutan değiştirmez fikriyle sağlandı. Büyüyen ama muğlak kalan tehlike hissi 'savaşta' olmanın getirdiği seferberlik mantığıyla münasip yönlere kanalize edildi. 'Teröre karşı savaşı' haklı göstermek için Bush yönetimi çok yanlış bir kurgu da uydurdu ki, bu kendini doğrulayan bir kehanete dönüşebilir. Nazi Almanyası ve Sovyet Rusya birinci sınıf askeri güçlerdi. Kaide'nin böyle bir statüye sahip olmadığını görmezden gelen Amerika, yürüttüğü savaşın ABD'nin Nazizm ve Stalinizm'e karşı mücadelelerine benzediği iddiasıyla İran'la savaşa zemin hazırlıyor olabilir. Böyle bir savaş ABD'yi Irak'tan İran, Afganistan ve belki de Pakistan'a dek uzanan sonu gelmez bir çatışmaya sürükler. Korku kültürü şişesinden çıkarılmış cin gibidir. Şişeden çıkınca hayat bulur ve moral bozucu olabilir. Günümüzün Amerikası Pearl Harbor'a yanıt vermiş o kendine güvenen ulus olmadığı gibi, başka bir krizde liderinden "Korkmamız gereken tek şey korku" sözünü duyan Amerika da değil. Tıpkı gerçek savaşın aniden birkaç saat içinde 100 milyon Amerikalının ölümüne yol açacağını bilmesine rağmen Soğuk Savaş'ı sürdüren soğukkanlı ABD olmadığı gibi. Şimdi bölünmüş, kararsız ve yeni bir saldırı halinde paniğe kapılmaya yatkın haldeyiz. Bu durum beş yıldır terör konusunda aralıksız süren beyin yıkamadan kaynaklanıyor ve acı dolu terör eylemlerine maruz kalmış Britanya, İspanya, İtalya, Almanya ve Japonya gibi ülkelerin sakin tepkilerine benzemiyor. Irak savaşını haklı göstermek için Bush en son saçmalayarak Kaide Atlantik'i geçip terör saldırısı yapmasın diye savaşı sürdürmek zorunda olduğunu iddia etti. 'Güvenlik pazarlamacıları', kitle iletişimi ve eğlence endüstrisi tarafından desteklenen korku tüccarlığı kendi ivmesini yaratıyor. Genellikle terör uzmanı olarak tanımlanan terör pazarlamacıları varlıklarını haklı kılmak için rekabete tutuşuyor. Görevleri halkı yeni tehditler bulunduğuna inandırmak. Bir araştırma 2003'te Kongre'nin 160 mevkiyi önemli terör hedefleri olarak tanımladığını ama lobicilerin baskısıyla aynı yılın sonunda bu yerlerin sayısının 1849'a, 2004 sonunda 28 bin 360'a, 2005'te 77 bin 769'a yükseldiğini gösterdi. Şu an olası hedefler listesinde yaklaşık 300 bin yerin adı geçiyor; aralarında Chicago'daki Sears Kulesi ve Illinois'daki Elma ve Domuz Festivali de var. Geçen hafta Washington'da bir gazete bürosunu ziyarete gittiğimde, başkent ve New York'taki neredeyse tüm özel sektör binalarında türeyen 'güvenlik kontrollerinin' en saçmalarından birisini geçmek zorunda kaldım. Bir görevli form doldurmamı, kimlik göstermemi ve ziyaret sebebimi yazmamı istedi. Gelen terörist amacının 'binayı havaya uçurmak olduğunu' yazar mı? İntihar bombacısı amacını itiraf etse görevli onu tutuklayabilecek mi? İşleri daha saçma kılansa müşteriyle dolup taşan büyük mağazaların benzer prosedürleri uygulamaması. Konser salonları ve sinemalarda da bu yok. Yine de, bu tür 'güvenlik' prosedürleri yüz milyonlarca doların israfına yol açacak ve kuşatılmışlık zihniyetini güçlendirecek biçimde rutinleşiyor.İslam düşmanlığı giderek artıyor Hükümet bu paranoyayı her düzeyde teşvik etti. Eyaletlerarası otoyollardaki panolar sürücüleri, 'şüpheli faaliyetleri bildirmeye' çağırıyor. Kablolu televizyon kanalları ve bazı yazılı basın kuruluşları dehşet senaryolarının ilgi çektiğini keşfederken, terör 'uzmanları' da sunulan kıyamet imgelemine özgünlük sağladı. Kötü adamlar olarak sakallı 'teröristlerin' bulunduğu programlar türedi. Tüm bunların etkisi Amerikalıların hayatını giderek daha fazla tehdit ettiği söylenen, bilinmeyen ama pusuya yatmış tehlike hissini güçlendirmek oldu. Eğlence endüstrisi de kervana katıldı. Kötü karakterlerin belirgin biçimde Arap siması taşıdığı, bazen bunun dini 'jest'lerle vurgulandığı diziler ve filmler kaygıları istismar edip, İslam düşmanlığını artırıyor. Araplara ilişkin stereotipler kimi zaman Nazilerin Yahudi karşıtlığını anımsatan bir tarzda ele alınıyor; bunu özellikle gazete karikatürlerinde görüyoruz. En son bazı öğrenci örgütleri bu gidişata ayak uydurdu. 'Teröre karşı savaşın' yarattığı atmosfer genellikle ülkelerine sadık Arap asıllı Amerikalılara yönelik hukuki ve siyasi tacizi kolaylaştırıyor. Bir örnek vaka, Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi'nin (CAIR) Amerikan-İsrail Kamu İşleri Komitesi'ne özenince maruz kaldığı taciz. Bazı Cumhuriyetçiler kısa süre önce 'terörist avukatı' diye nitelendirdikleri CAIR üyelerine Kongre'nin toplantı salonunun tartışma panelleri için tahsis edilmemesi gerektiğini belirtti. Hukuk bir kenara itildi Halihazırdaki toplumsal ayrımcılığın hesapta olmayan ikincil etkileri de var. Müslüman uçak yolcularının maruz kaldığı ayrımcılık bir örnek. Bu yüzden şaşırtıcı olmayan bir şekilde Müslümanlar arasında öfke artarken, Amerika'nın ırklararası ve dinlerarası yapıcı ilişkiler kurmaktaki lider konumu ağır yara alıyor. Medeni haklar söz konusu olduğunda bilanço daha da ağır. Korku kültürü hoşgörüsüzlük ve yabancıya karşı şüphe ekiyor, adaletin temel ilkelerini oyan adli prosedürlerin kabulüne yol açıyor. Suçu ispatlanana dek her insanın masum sayılması ilkesi öyle sulandırıldı ki, Amerikan vatandaşları dahil bazı kişiler prosedür uygulanana dek uzun süre hapis tutuluyor. Bu aşırılığın önemli bir terör eylemini engellediğine dair somut kanıt bulunmadığı gibi olası bir teröristin mahkûmiyetine de çok nadir yol açtı. Bir gün Amerikalılar tüm bunlardan utanç duyacak, tıpkı çoğunluğun azınlığa karşı hoşgörüsüzlüğüne yol açan panik vakalarından bugün utanç duyması gibi. 'Teröre karşı savaş' aynı zamanda ABD'yi uluslararası alanda da ağır yaraladı. Amerikan askerlerinin Iraklı sivillere yönelik haşin tutumuyla İsraillilerin Filistinlilere yönelik tavrı arasındaki benzerlik Müslümanlar arasında ABD'ye karşı yoğun husumet yarattı. Haberleri izleyen Müslümanları kızdıran 'teröre karşı savaş' değil, Arap sivillerin kurban haline gelmesi. Bu kızgınlık Müslümanlarla da sınırlı değil. BBC'nin 27 ülkede 28 bin kişiyle yaptığı ankete göre, sırasıyla İsrail, İran ve ABD 'en olumsuz etkilere sahip ülkeler'. Bu da bazıları için yeni bir şer ekseni herhalde. 11 Eylül olayları aşırılığa ve teröre karşı gerçek bir küresel dayanışmaya yol açabilirdi. Müslümanlar da dahil ılımlılardan oluşacak küresel bir ittifakla belirli terör şebekelerini yok etmek ve terörü besleyen siyasi çatışmaların kökünü kazımak için bilinçli bir kampanya yürütmek ABD'nin 'İslamcı-faşistlere' karşı açtığı ve tek başına yürüttüğü 'terörle savaş'tan daha üretken olurdu. Sadece kararlı ve aklı başında bir ABD teröre meydan bırakmayacak bir uluslararası güvenlik sağlayabilir."Bu kadar histeri yeter. Bu paranoyaya son verin" diyecek Amerikalı lider nerede? Gerçekleşme ihtimalini inkâr edemeyeceğimiz gelecekteki terörist saldırılar karşısında biraz dirayet gösterelim. Geleneklerimize bağlı kalalım. (Eski ABD ulusal güvenlik danışmanı, 25 Mart 2007)