İsrail büyükelçisinin kovulması sadece İsrail'e atılmış bir tokat değil aynı zamanda bölgede ilgili başkentlere verilmiş ve İsrail'e haddini bildiren önemli bir mesajdır, bu nedenle de an itibariyle dikkate alınması gerekir.

(1)

Büyükelçiyi kovmak, iki ülke arasındaki güvenlik ve askeri anlaşmaları askıya almak, Türkiye'nin İsrail'in Akdeniz'de çıkarmaya çalıştığı arbedeye karşı koyması ve Gazze ablukasını tanımadığını ilan etmesi kolay değildir, Aynı zamanda İsrail, BM Genel kurulunun ve Uluslararası Ceza mahkemesinin Türkiye ile arasındaki krizle ilgili hakemlik yapması talebinde bulunmuştur. Bütün bunların nedeni,İsrail'in,  Gazze'de abluka altındaki Filistin halkına barışçı ve asil yollarla yardım etmek isteyen 9 evladının şehit edilmesi karşısında susmayı reddeden Türkiye'ye karşı kibirli ve tepeden bakan tavrıdır, 

Türk hükümetinin, İsrail'in özür dilememe, kurbanların ailelerine tazminat ödememe ve sorumlulardan hesap sormama yönündeki inadı karşısında atmayı düşündüğü başka adım ya da adımlar var mı bilmiyoruz, Telaviv'in büyüklenmesiyle Ankara'nın ekabirliği arasındaki meydan okuma karşısında şu an oldukça rahatsız ve son derece sarsılmış görünen İsrail'in tepkisini de kestiremiyoruz. Bildiğimiz tek şey, en yumuşak tabirle bu krizin taraflar arasında boşanmaya doğru gittiği ve İsrailli liderlerin içinde böbürlenmeye yol açan kibirliliğin, her biri birbirinden feci en azından beş yanlışa sürüklediği ve şu anki noktaya getirdiğidir.

İsrail, Marmara yardım gemisine yönelik silahlı güç kullanarak bir şanssızlık eseri (bu  daha çok kendi şanssızlığıdır ve gemi yolcuları Türk değil de Arap olsaydı durum kesinlikle farklı olurdu) büyük bir hesap hatası yapmış bulunuyor. Nitekim bu hata nedeniyledir ki İsrail'in, geçtiğimiz sene ikinci yardım gemisine tavrı farklı olmuş, daha gemi yola çıkmadan girişimlerde bulunarak engelleme yoluna gitmiş, böylelikle askeri operasyona gerek kalmamıştır.

İkinci hata İsrail'in, öfke ve aşağılanmış hisseden Türk halkının duygularını dikkate almaması, resmi olarak özür dilemek yerine Maariv gazetesinin 8/11 tarihli nüshasında belirttiği gibi tazminat miktarını yüz bin dolara çıkartmayı istemesidir.  

Üçüncü hata, İsrail'in özellikle de AK PArti'nin seçimlerde gösterdiği büyük başarının ardından oluşan Türkiye'nin iç durumunu doğru okuyamamasıdır. Bu durum, liderlerin parti tabanının değerlerine daha fazla sahip çıkmasına ve onlara daha fazla deger vermesine neden olmuştur. Sadece bu da değil, İsrail aynı zamanda içerdeki güç dengelerinde meydana gelen değişimleri de doğru okuyamamış, sürekli olarak aşırı güvendiği asker kartının içerde olağanüstü şekilde gerilediğini görememiştir.

Dördüncü hata ise, İsrail'in AK Parti'nin uluslararası arenada karşılaştığı baskıların etkisini göz ardı etmesidir. Bununla tam olarak Ankara hükümetinin İran ve Suriye ile ilgili olarak basının çeşitli mahfillerinde karşı karşıya kaldığı zor durumu kastediyorum.  Söz konusu mahfiller, Ankara hükümetini İsraillilere ve dünya emperyalizmine bağlı olmakla suçlanmasına, ardından Suriye hükümetine karşı girişilen "komplo"ya dahil olması ve Libya'ya yönelik yapılan hava saldırılarına destek verme suçlamasıyla karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. Bu nedenle İsrail'e karşı kararlı bir tutum takınmak, Ak Parti hükümeti için onun doğru yolda olduğunu tescil eden bir adım ve kendisine yönelik şüpheleri bertaraf eden bir tavır mesabesinde olmuştur.

Beşinci hata ise, İsrail, Arap dünyasında halkların seslerini yükseltmesi ve müstebit yönetimlerin alaşağı edilmesiyle sonuçlanan devrimlerle sonuçlanan gelişmeleri de doğru okuyamamıştır ki bu devrimlerle birlikte Arap halkları İsrail'in aşağılamalarına ve yarattığı kargaşaya karşı açık tepki geliştirmiştir. Bu son noktanın üzerinde biraz daha durmak gerekiyor.

(2)

Gecçtiğimiz Ağustos ayının 17'sinde Yediot Ahronot gazetesinin önde gelen yazarlarından Alex Fishman'e ait bir makale yayınlandı. Makalesinde yazar, Amerikan yönetiminin Netanyahu hükümetine Türkiye'den özür dilemesi yönünde bir çok kez nasihatte bulunduğunu ve bu konuda Barack Obama Netanyahu ile defalarca telefon görüşmesi yaptığnı kaydediyor. Görüşmenin içeriği ise şöyle: Washington iki müttefiki arasında ilişkilerin artık dinginleşmesini istiyor ve bölgenin de Telaviv'le Ankara hükümeti arasında yaşanacak bir gerilime tahammül edecek durumda olmadığını belirtmiş.

Ortadoğu'ya hakim olan atmosfere yönelik işaret ile meydana gelen gelişmelerin nazarı itibara alınması, İsrailli yorumcuların yazdığı yazıların tamamına yakınında dile getirilen müşterek konulardır. Nitekim, bu yorumlarda açıkça İsrail'in Araplarla olan ilişkisinde artık gurur ve kibri bir kenara bırakması gerektiğini ifade edilmektedir (Ukeyfa Addar Haaretz 8/22), İsrail'in bölgede ittifak geliştirdiği bazı diktatör Arap rejimlerinin yıkılışının ardından Arapların girmiş olduğu bu yeni döneme ilişkin yeni bir tavır geliştirmesi gerekir, (Uzi Baram, İsrael today, 9/1), bugünden itibaren her olaydan sonra Mısır'ın tepkisi otomatikmen İsrail'in yanında yer almak şeklinde olmayacak ve İsrail'in gerçekleştirdiği her askeri operasyon, Kahire tarafından sessizlikle geçiştirilmeyecek ya da el altından desteklenmeyecektir (Ofer Shaleah, Maariv, 8/29). Bazıları da İsrail'in Mısır, Libya ve Tunus'taki değişikliklerin ardından bazı riskli "terör saldırıları"na yanıt olarak doğrudan saldırıda bulunamayacağını veya savaş açamayacağını ifade etmektedir. (Sholomo Tzina, Israel Today, 8/23).  

24 Ağustos tarihli Maariv Gazetesi, İsrail'in İlat bölgesindeki fedai eyleminden sonra Kahire'den "şayet İsrail, Filistinlilerin gerçekleştirdiği eylemlere sert yanıt vermeye kalkışırsa, Kahire, kamoyunun tepkisini göğüslemekte sıkıntı yaşaşacak ve İsrail'in düzenleyeceği geniş çaplı bir askeri operasyon, Kahire hükümetini İsrail'le ilişkilerini askıya almaya ve barış anlaşmasını bozmaya itecektir" şeklinde bir mesaj aldığını yazdı.

İsrailli yazarların, Kahire halkının sokaklara çıkarak İsrail büyükelçisinin sınır dışı edilmesi ve barış anlaşmasının gözden geçirilmesi talebinde bulunmasına yönelik yorumların neredeyse tamamı, iki ülke arasındaki ilişkilere ilişkin kötümser bakış açısını yansıtıyor.

(3)

Burada durup, Maariv gazetesinin 22 Ağustos tarihinde Kahire'nin İsrail ordusunun 5 Mısırlı askeri öldürmesiyle ilgili tutumu konusunda yayınlanmış haberi ele alalım: 

5 Mısırlı askerin öldürülmesi üzerine Mısır'ın telavivi büyükelçisi Yasir Rıza, çantasını toplayarak ülkeden ayrılmaya karar vermiş ancak son anda Yüksek Askeri Meclis Başkanı Mısır Başbakanı Isam Şeref'i çağırarakbu konudaki hükümetin tutumunu eleştirerek kararının hatalı olduğunu, elçinin yerinde kalması gerektiğini söylemiş.

Daha öncesinde ise Dr. Şeref başkanlığındaki bakanlar kurulunun, İsrail özür dilemediği taktirde İsrail büyükelçisini çekeceklerini ifade ettiği haber veriliyor. Başbakan Şeref, konuya değindiği bir facebook notunda "Mısırlıların kanı, İsrail saldırılarına karşılık verilmeyecek kadar değersiz değildir" demiş. İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak ise ölen (öldürülen değil) Mısırlı polislerle ilgili üzüntüsünü dile getimesinden kısa bir süre sonra,  Kahire elçisinin çekilmesiyle ilgili açıklamanın yanlış bir kaynağa dayandırıldığını açıklamış!

Bu gazetenin İsrailli mahfillere dayanarak verdiği haberde Mareşal Tantavi, Ehud Barak'la yaptığı görüşmenin ardından  iki ülke arasındaki ilişkilerin daha kötüye gitmesini engellemek istemiş. Bu kaynakların ifadesine göre, Mısır'ın elçisini çekmesi durumunda İsrail'in de elçisini Kahire'den çekmek durumunda kalacağını açıkladığında askeri konseyin bundan, iki ülke arasındaki ilişkilerin şiddetlenmesi durumunda telafisi mümkün olmayan bir krize doğru gidileceğini, bundan sonra sadece mevcut hükümletin ya da bir sonraki hükümetin değil aynı zamanda iş başına gelecek bütün Mısır hükümetlerinin kamuoyunu bahane ederek elçileri Telaviv'den çekmelerine yol açacağını, bu durumda ise iki ülke arasındaki ilişkilerin berbat bir şekilde gerileyeceğini, bunu iki tarafın da istemediğini ifade etmiş.

(4)

"İsrail, Türkiye'yi kaybetmeye dayanabilir, ancak Mısır karşısında ödeyeceği bedel ise çok daha ağır olur" demiş Nahum Berniya Yedonot Ahronot gazetesinde yazdığı yazısında. İsrail'in bu iki ülkeyle ilişkilerinin geleceği hakkındaki tutumu, hem siyasi düzeyde hem de medyadaki çeşitli yerlerde gözlenmesi mümkün olan bir söylem. Gazzedeki Filistinlilere yönelik  baskı konusundaki çekinceli tutumda bunu görmek mümkün olduğu gibi, Türkiye'ye yönelik tavırla ilgili özür yanlılarının başını çeken Ehud Barak ile bunu reddedenlerin temsilcisi Netanyahu arasında yaşanan bölünmede de bunu görebiliriz. Aynı bölünme Mısır'la yapılan barış anlaşmasının devam etmesinden yana olanlarla Kahire yönetimiyle stratejik bir diyaloğa girerek barış anlaşmasının yeniden gözden geçirilmesini savunanlar arasında yaşanmaktadır. 

Bütün bu tabloya baktığımızda Türkiye'nin kurbanların ve halkının onurunu savunma konusundaki tutumuyla neredeyse tavırsızlık olarak nitelenibelecek bir şekilde Mısır'ın mütevazi tutumunu karşılaştırmaden edemiyoruz.  Mısır, özür dilemeyi ısrarla reddeden, sadece üzüntü duyduklarını belirten bir açıklama ve İsrail yönetiminin ölen Mısırlı askerlerle ilgili bir tahkikat başlatacağı yönündeki beyanatıyla yetinmiştir. Halbuki İsrail, içerde ciddi rahatsızlıklar yaşarken stratejik olarak da en zayıf konumda bulunmaktadır.

Sosyal baskılar içerinin öfkesini patlama noktasına getirmiş, siyasi anlaşmazlıklar siyasi elit arasında bölünmelere yol açmış ve Arap halklarının İsrail'in kabadayılığına yönelik direnişi destekleyen tavrı göz ardı edilemez hale gelmişken İsrail, bütün bu süreci gözlemlemekte, bundan çekinmekte ve bunun üzerine bin türlü hesap yapmaktadır.

Dehşet uyandıran bir başka husus ise sürekli olarak İsrail'e karşı gerginliğin artırılmaması uyarısında bulunan bazı siyasi elitin söylemlerinde ya da açıklamalarında görülen korku ve endişedir.  Sanki Türkiye gibi öldürülen evlatlarının akıtılan kanı karşısında sessiz kalmamak ya da onun yaptıklarını andıran siyasi ya da diplomatik bir tavır takınmak, sanki savaşın fitilini ateşlemekmiş gibi davranmaktadırlar.

Tunus ve Mısır devrimlerinden biz şunu anladık. Ne halkımız birilerinin vehmettiği kadar zayıf ne de diktatörler bizim vehmettiğimiz kadar güçlü. Ancak bu siyasi idrak ve özgüven anlaşılan o ki henüz siyasi elitlerimizin kafasında yeterince yer etmemiş görünüyor. Yukardaki ifadeler İsrail için de geçerli: 2006 yılındaki Lübnan savaşı ve 2008 yılındaki Gazze saldırısı, İsrail'in iddia ettiği kadar güçlü olmadığını göstermiştir. Ayrıca İsrail'in siyasi gücünde de son yıllarda önemli bir artış olmadığını gözlemlemekteyiz.

Türkiyenin bize şu an vermekte olduğu dersin özeti şu: Merşuiyetini halka olan güveninden ve ona yönelik desteğinden alan bir liderlik, istikbar ve böbürlenmenin mücessem varlığına karşı olur da bir gün meydan okumak isterse, ihtiyaçları olan gücü buradan devşirebilirler. Ancak bu durum, bizi böylesine endişeli ve korku dolu birileri haline getirenlerle ilgili ciddi bir sorgulamayı beraberinde gerektirmektedir ki bu da Türkiye'nin yaptıklarına kıskançlık ve hasetle bakmamıza yol açmaktadır. Şu anki arzumuz ise bir gün Türkiye'nin verdiği mesajın liderlerimiz tarafından algılanması ve Türkleri kendimize örnek almamızdır.

Dünya Bülteni için El Cezire'den Faruk İbrahimoğlu tarafından tercüme edilmiştir.