Bütün dünyanın dikkati, geçen haftaki Washington nükleer güvenlik zirvesindeydi. Zirvenin nükleer programını bırakması yönünde İran üzerindeki baskıyı yoğunlaştırmak için yapıldığı açık.  
 
Çifte standartlık herkesin malumu. İran şu ana kadar nükleer bomba üretme derecesine gelmedi. İran yönetiminin bu silaha sahip olunmasını ve kullanılmasını yasaklayan fetvaları gölgesinde bu noktaya ulaşamayabilir. Bununla birlikte ABD Başkanı Barack Obama, yeni Amerikan nükleer düşüncesinin nükleer silaha sahip olmayan ülkelere nükleer silah kullanmayı yasakladığını ifade ederek, iki ülkeyi istisna kılmaktan geri durmadı. Bu silah sadece İran ve Kuzey Kore'ye kullanılabilir. Yani ortada henüz imha edilecek nükleer silaha sahip olmayan iki ülke var. İsrail örneği ise sorgulamanın ve hatta işaret edilmenin dışında kalıyor.

Bazıları İran'a yüklenmenin Mahmud Ahmedinejad'ın İsrail'in haritadan silinmesi yönündeki açıklamaları sebebiyle olduğuna işaret ediyor. Fakat sorun Ahmedinejad cumhurbaşkanı olmadan önce de vardı. İran'a yönelik bütün Amerikan hikâyesinin bir İsrail hikâyesi olduğunda herkesin hemfikir olduğunu düşünüyorum. İran'a Arap araçlarıyla yapılan Batılı baskılar Filistin lehinde İsrail karşıtı tutum alan İslam devrimiyle birlikte başladı.

Bugün İran'la krizin çok kolay bir yolla çözülmesi mümkün. Bu yol İran'ın İsrail'e yönelik tutumunu değiştirmesi ve direniş hareketlerine desteğini çekmesi. Tıpkı Şah'ın İran'ının bölgenin jandarması olduğu gibi, İran devriminin de bölgenin yeni jandarması olması mümkün. Burada sorun Batı'nın Mehmet Ali Paşa'dan Cemal Abdunnasır'a ve İslam devrimi İran'ına kadar bölgede bir gücün bağımsız olmasını ve Batılı projelere karşı çıkmasını istememesi.

Burada Batı'yla ilişkileri koparmaksızın kendi Arap ve İslam bölgesiyle yeniden bağlantı ve etkileşim kurması anlamında tarihî derinliğe öncelik vermesiyle temsil edilen yeni bir dış politikanın baz alınması sonrası Türk rolü kendini gösteriyor. Bu politika Türkiye'nin Irak'ın 2003'te işgalini reddetmesi ve komşu ülkeler arasında eşgüdüm yoluyla sorunun çözülmesi çağrısında somutlaştı.

Türkiye, Batı'nın dolduruşları dışında etkili ve bağımsız güç olma çabalarının kendi başına bırakılmayacağını ve askerî operasyona kadar gidebilecek baskılara maruz kalacağını biliyor. Sadece bölge halklarının birliği Batı'nın bölgeyi bölme ve bölgeye kaos ve karışıklık sokma girişimlerini engelleyebilir. Irak, Batı ve İsrail'in bölme ve mezhepçilik fitnesini geçirmesinin giriş kapısıydı.

Fakat AKP'nin Türkiye'sinin, tıpkı İsrail'e eleştirilerini artırarak yaptığı gibi İran'a yönelik yaptırımlara veya askerî operasyonda bulunulmasına karşı çıkarak dışarıya karşı önemli caydırıcı engel veya güç oluşturması mümkün. Türkiye, Batı'nın 1920 Sevr Anlaşması'ndan bugüne kadar kendisini zayıflatma ve bölüme girişimlerini kesmediğini unutmadı. Bugün İran, Batı'nın baskılarını yoğunlaştırdığı ülkelerin vitrininde olsa da sıra Türkiye'ye de gelecektir. Tıpkı son yıllarda belli başlı Arap başkentlerine geldiği gibi...

Washington nükleer zirvesinde Türkiye'nin, İsrail'in nükleer cephanesinin gölgesinde İran'la yaptırım ve askerî operasyon politikasının izlenmesini reddeden tutumu, Haçlı savaşlarından İsrail kanser oluşumunun kurulmasına, Arap ve İslamcı direniş güçlerinin bir bir vurulmasına kadar bölgeye yönelik hiç dinmeyen Batı vahşetiyle mücadele etmek için bölge halkları arasında işbirliğinin ve kenetlenmenin sağlamlaştırılması için önemli bir adımdır.

Kanımca Türkiye'nin İran nükleer programının barışıl yolla çözülmesi ve İsrail'in nükleer cephanesine işaret etmesi yönündeki hamlesine paralel olarak Türkiye dış politikasında bazı Arapların İran'a yönelik hassasiyetlerini ve kaygılarını hafifletmek için maksimum bir görev üstlenebilir. Zira bölgenin temel güçleri Türkler, Araplar ve İranlıların kenetlenmesi bölgenin güneşin altında övünülecek bir konumunun olmasının tek emniyet supabıdır. Kenetlenmenin etkenlerinin sağlanmasında Türkiye'nin rolü büyük ve çok önemlidir.  
Dr. MUHAMMED NUREDDİN - Katar gazetesi El Şark, Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü, 18 Nisan 2010
 

Kaynak: Zaman