Türkiye’de yaşanan süreç, bir parlamento seçiminden çok daha fazla şey ifade ediyor. Bu seçim, Türkiye’nin, askeri vesayetten kurtulup halk egemenliğini garanti eden anayasal güvencenin şemsiyesi altına gireceği ikinci cumhuriyetin temellerinin atıldığı yepyeni bir miladın kapılarını açıyor.

1-) Yeni Anayasa demokrasi kitabında son nokta olacak

Aslında 1960 yılından beri her on senede bir tekrarlanan (üç tanesi fiili müdahale olarak gerçekleşen) askeri darbeler sayfasını kapatma hususunda bir ulusal uzlaşma ile karşı karşıya olduğumuzu da söylemek mümkündür (dördüncüsü beyaz darbe (postmodern darbe) olarak nitelendiriliyor, çünkü askerler 1997 yılında Erbakan hükümetini istifa etmek zorunda bırakmışlardı. Beşincisi 2007 yılında ve teşebbüs aşamasında sonuçsuz bırakıldı. Hala yargı aşamasında.)

1980 yılındaki askeri darbenin ardından topluma dayatılan, askerlerin siyaset üzerindeki etkilerini arttırmak, laikçi aşırılığın egemenliğini yargı ve eğitim kurumları üzerinde yaygınlaştırmak suretiyle askeri vesayeti pekiştiren anayasanın olumsuz etkilerinin giderilmesi amacıyla Türkiye için yeni bir anayasanın zorunluluğu hususunda tam bir uzlaşma olduğunu söyleyebiliriz. Aynı politika ilk olarak geçen yüzyılın yirmili yıllarında Cumhuriyetin kurucusu Kemal Atatürk tarafından yürütülmüştü. Ama toplum, dar kapsamlı ve sınırlı da olsa önüne çıkan demokratik imkanları bu vesayetten kurtulmanın, zincirlerini kırmanın fırsatı olarak kullandı. Halkın derinden gelen ve büyük bir sabırla ördüğü bu duyarlılığının en belirgin sembolü kuşku yok ki 1950 seçimleridir. Bu seçimlerde halkın ezici çoğunluğu Demokrat Parti’ye oy vermiş ve Atatürk’ün kurduğu CHP’ye unutulmaz bir yenilgi tattırarak 17 yıl boyunca kesintisiz olarak süren tek parti hakimiyetine son vermişti. Ülkede “toplumsal ve siyasal barış ve güvenliği tesis etmek” adına müdahale etme yetkisini anayasadan alan ordu halkın bu tercihini affetmedi. 1960 yılında Cumhuriyet tarihinin ilk askeri darbesini gerçekleştirdi. Bir tahkik komisyonu oluşturarak Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri bakanı ve Maliye bakanı hakkında idam kararı aldı. Cumhurbaşkanı hakkında verilen karar uygulanmazken diğer üçü asıldı. Bunların başında Başbakan Adnan Menderes vardı. Yeni anayasanın hazırlanmasıyla halk, Türkiye’de demokrasi şehitleri olarak bilinen Adnan Menderes ve arkadaşlarına iade-i itibar etmek istiyor. Bu isimlerin geçen yüzyılın ellili yılların ilk bölümünü kanlarıyla yazdıkları Demokrasi kitabının son bölümüne nokta koyma arzusunu gerçekleştiriyor. AK Parti İstanbul il başkanı Aziz Babuşcu böyle diyordu.

Muhalefetteki Halk partisinin başkan vekili Oğuz Oyan da kendi adına yeni bir anayasa hazırlanmasına ihtiyaç olduğunu kabul ediyordu. Ama yeni anayasayı hazırlayacak ekiple, önümüzdeki aşamaya yön verecek ilkelerle ilgili olmak üzere partisinin endişelerini içeren uzun bir listenin bulunduğunu belirtmeyi de ihmal etmiyordu. Her halükarda yeni anayasayı halk oylamasına sunmanın gerekliliğini de vurguluyordu.

2-) Muhalefetin siyaseti çağın gerisinde kaldı

Bu seçimlerin modern Türkiye’nin tarihinde tayin edici bir dönemeç olduğunun herkes farkında olduğu için de propaganda süreci uzun süre dinamik ve hamasi bir havada devam etti. Çünkü seçim sürecinde öne çıkan konu sadece parlamentoda mümkün olan en yüksek sayıya ulaşmak ve hükümetin kuruluşuna ortak olmak değildi; mesele bundan daha büyük ve daha derindi. Elde edilecek oranın, geleceğin şekillenmesine katkı sunmak ve Cumhuriyetin 1923 yılında kurulmasından bugüne kadar ilk kez vesayetin halk ait olduğunun hükme bağlanacağı ikinci cumhuriyetin kuruluşuna ortak olmak gibi bir getirisi olacaktı.

Hamaset ağırlıklı propaganda atmosferinden de anlaşılacağı gibi, 2002 seçimlerinde AK Parti’nin çoğunluğu elde etmesinden ve o tarihten itibaren başka bir partiyle koalisyon kurmak zorunda kalmadan tek başına hükümet kurmasından beri, başta Kemal Atatürk’ün kurduğu ve hala meşruiyetini ondan alan CHP ve Türk etnisitesini ve Turancılığı savunan MHP olmak üzere geleneksel partilerin liderleri çağın gerisinde kaldıklarının, siyaset sahnesindeki rollerinin gittikçe geri planlara düştüğünün farkındadırlar.

Bu sebeplerden dolayı muhalefet partileri AK Parti’nin sahip olduğu çoğunluğu elde etmek için bütün ağırlıklarını vererek seçimlere asıldılar (Halihazırda parlamentodaki 550 sandalyenin 340 sandalyesi AK Parti’ye ait). Ama AK Parti’nin bu seçimlerden beklentisi daha büyük ve daha ileriye dönük. AK Parti tek başına hükümet kurmasını sağlayacak sayıya ulaşmakla yetinmiyor (tek başına hükümet için parlamentodaki sandalye sayısının yarısından bir fazlasını almak yeterli). AK Parti’nin hedefi üçte iki çoğunluğu ulaşmaktır (367 parlamenter) ki yeni bir anayasa hazırlayabilsin.

Rekabetin AK Parti ile CHP arasında geçtiği doğru, fakat tablo bundan çok daha geniş. Şu anda resmi olarak tescil edilmiş 60 civarında parti var ve bunlardan 20 tanesi seçime katılabiliyor. Ne var ki bütün iddialar, medyanın objektifleri, kamuoyu araştırmaları elli milyonluk seçmen kitlesini yanına çekmek için çalışan şu dört partiye odaklanmış bulunuyor:

AK Parti: İktidar partisi olarak propagandasını hedef 2023 olarak belirlemiş bulunuyor. 2023 Cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yıldönümüdür. Sürekli tekrarlanan sloganı ise ‘İstikrar sürsün Türkiye büyüsün’... Bu hedefi gerçekleştirmeye yönelik olarak parti, yapacağı cazip ve heyecanlandırıcı projeleri içeren uzun bir listeyle çıktı kamuoyunun karşısına. Halkı heyecanlandıran, gelecek hususunda umutlandıran bir atılımdı bu.

Atatürkçü CHP: Önceki lideri ahlaki bir skandal neticesinde görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Kürt asıllı ve Alevi mezhebinden solcu yeni lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise partiyi Demokratik solu temsil edecek konuma getirmek için çabalıyor. Bu amaçla Kürtlere, Alevilere, çalışan kesimlere ve yoksullara hitap ediyor. Propaganda sürecinde halkın ilgisini çeken bazı projeler de sundu. Bunların başında Kürt ailesini sigorta güvencesine almaya yönelik sosyal sigorta atağı geliyor.

MHP: MKYK’sındaki 16 ismin adının karıştığı ahlaki skandala ilişkin kasetlerin ortaya çıkmasından sonra iyici güçsüzleşti. Nitekim adı geçen isimler istifa etmek zorunda kaldılar ve parti yönetiminde boşluk meydana geldi. Bunun yanında parti lideri Bahçeli propaganda sürecinde ciddi bir program ve gerçek bir proje sunamadı. Bu nedenle partinin baraj altında kalması bile gündeme geldi (kanuna göre bir partinin parlamentoya üye sokması için ülke genelindeki oyların en az % 10’unu alması gerekir).

Parlamentoya girmeye aday dördüncü grup ise bağımsız Kürt adaylardan oluşuyor. Bağımsız adayların %10’luk seçim barajına takılmadan seçildikten sonra BDP’ye katılmaları bekleniyor.

YARIN: Türkiye’de seçim atmosferi ve AK Parti’nin akıbeti

 Kaynak: Star