Türkiye, Avrupa Birliği ve ABD, Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin daha demokratik ve müreffeh olmasına yardım etme çabalarında işbirliğine gitmeli mi?

Geçen hafta sonu German Marshall Fonu'nun (GMF) Amsterdam'da, Hollanda Dışişleri Bakanlığı ve Türkiye Ekonomik Politikalar Vakfı (TEPAV) ile ortaklaşa düzenlediği atölye çalışmasında tartışılan kilit sorulardan biri buydu. Atölyeyi organize edenler, Ankara, Washington ve Avrupa başkentlerinin büyük kısmının dış politika gündeminin ilk sırasında yer alan soruyu tartışmak üzere Türkiye, Avrupa ve ABD'den uzmanları bir araya getirdi: Arap Baharı'nın olumlu istikamette devam etmesine nasıl katkıda bulunabiliriz?

Tunus ve Mısır'ın diktatörlüklerden başarıyla kurtulmasının hemen sonrasında yapılması itibarıyla, toplantının zamanlaması son derece yerindeydi. Öte yandan Libya, Suriye ve bazı Körfez ülkelerinde devrim hâlâ sürüyor ve sonucunun ne olacağı hiç belli değil. Şu an başlıca uluslararası aktörlerin Libya'daki hengâme ile iştigal etmek için bütün diplomatik becerilerini seferber etmesi, Suriye'de benzer bir senaryonun tekrarlanmasını önlemeye çalışması gerekiyor. Sadece devrim sonrası planlara odaklanma lüksleri yok. Fakat Tunus ve Kahire'de süreç gelişiyor ve kurumlar ve seçimlere dair şu an alınan kararların gelecekte çok büyük etkileri olacak. Bu süreçlerde rol oynamak istiyorsanız kaybedecek zamanınız yok.

AB, komşularına yönelik politikalarını gözden geçirmekle meşgul, zira son 15 yıldır çok etkili olmadığının farkında. Avrupa'nın bu bölgeye yaklaşımının temelinde, AB üyesi olmayı planlayan ülkelerle iştigal ederken kullanılan yöntemlerin aynısı vardı: AB mallara ve nihayetinde ortaklık kurulan ülkelerden gelen insanlara kapılarını açıyor, bunun için de demokratik reformlar yapmalarını şart koşuyordu. Fakat Amsterdam'da Brüksel'in mutfağını gayet iyi bilen bir katılımcının da söylediği üzere: "İki taraf da bir yığın numara yaptı. Güney Akdeniz ülkeleri reform yapar gibi, AB de kapıyı açar gibi yaptı." Bunun sonucunda da pek bir şey olmadı. Sonuç: AB'nin, birliğe hiçbir zaman katılmayacak ve ilelebet komşu kalacak ülkelerle iştigal etmek için yeni, daha gerçekçi bir politikaya ihtiyacı var. Farklı türde inisiyatifler kullanması ve bölgedeki diğer önemli aktörlerle daha yakın işbirliği yapması gerekiyor. Avrupa Komisyonu ve AB Yüksek Temsilcisi, aralarındaki en son istişarede mesajı aldıklarını açıkça gösterdi. Türkiye, "önemli bir bölgesel aktör ve Müslüman çoğunluklu nüfusa sahip bir ülkede çok partili demokrasinin saygın bir örneği" olması sebebiyle, kilit önemde bir ortak olarak özellikle zikredildi. Amsterdam'daki uzmanların büyük çoğunluğu bu konuda hemfikirdi ve sinerjiyi vurgulamaya çalıştı. Demokrasiyi teşvik etmek açısından Polonya ve Macaristan gibi AB üyesi ülkelerin dönüşümsel tecrübeleri Türkiye'nin 1980'lerden bu yana öğrendiği derslerle birleştirilmeliydi. İş alanları yaratmak bakımından, Türkiye'deki sorunlar ve kusurlar Mısır gibi bir ülkeye AB'nin sunabileceği modellerden muhtemelen daha cazip gelecekti. Genelde katılımcıların çoğu AB'nin parası ve tecrübesinin Türkiye'nin bölgeye yakınlığıyla birleştirilmesi gerektiğinde de hemfikirdi. Bir Türk uzmanın dediği gibi: Arap ülkeleriyle iştigal etmek konusunda Türkiye, "Bu işte hep beraberiz" iddiasını ortaya koyabilecek, böylece, bırakın Amerikalıları, diğer Avrupalıların bile sunamayacağı kader ortaklığı hissiyatına hitap edebilecek yegâne ülkeydi.

İşe yaracak mı? Bekleyip göreceğiz, fakat Türkiye ve AB'nin bunu denemesi gerektiğinden hiç kuşkum yok. Fakat tek bir şartla: Güney Akdeniz'de yakın işbirliğinin, "asıl mesele"nin, yani Türkiye'nin AB üyeliğinin yerini alamayacağı başından beri gayet açık. Geçmişte Ankara'nın ikincil meseleleri üyelik sürecinin önüne koymaya çok hevesli olmadığını biliyorum. Türk siyasi karar mercileri bunların üyeliğin alternatifi halinde gelişebilme ihtimalinden korkuyordu, çünkü bazı Avrupalıların üyeliğin yerini ortaklığın almasından gayet mutlu olacağının farkındaydılar. Amsterdam'da tartıştığımız şey bu değildi. Türkiye ile AB'nin ortak yakın çevrelerinde işbirliği içinde adım atması herkes için bir kazan-kazan durumu yaratabilir. Hatta AB ile Türkiye'nin uzun vadeli stratejik çıkarları açısından en iyisinin, bütün diğer büyük sorunlarda da aynı takımda oynamak olduğuna dair kavrayışın güçlenmesine yardımcı olabilir.


[email protected] 


Kaynak: Zaman