“GMT” deniyor yani “Büyük Transatlantik Pazarı”. Ama “GMMT” demek yani “Büyük Kötü Transatlantik Pazarı” demek belki daha doğru olur. Avrupa Birliği’nin ABD ile müzakere ettiği bu serbest ticaret anlaşması hem hayalleri ve hem korkuları besliyor (aşırı sağdan Sosyalist Parti soluna kadar). Avrupa Birliği seçimlerine yönelik kampanya bu atmosfere katkı sağlıyor. Zaten pek gözde olmayan Avrupa “pasifliği”ne liberal olduğu farz edilen bir sembol ekliyor.

Elbette konu haklı endişelere yol açıyor. Mesela bu anlaşma Fransızların ve Avrupalıların çıkarlarını, değerlerini ve kolektif seçimlerini yeterince gözetecek mi? Belli bir kesimin yıllar alacak müzakereleri nedeniyle kuşkuyla baktığı bu anlaşmanın Avrupalıları GDO’lu gıdaları veya hormonlu etleri kabul etmeye zorlayacağından korkuluyor. Başka bir grup, ulusal hükümetlere veto hakkı tanımayarak kaya gazı kullanımına kapı aralayacağından endişe ediyor.

Ancak henüz bir adım atılmış değil. Barack Obama, hızlı bir müzakere yürütmek için Amerikan kongresinin desteğini almak istedi, alamadı. Washington ile müzakereyi sürdüren Avrupa Komisyonu’na gelince, bu korkular yersiz buluyor ve müzakere dışı tutulan kültürel istisnalar gibi hassas konular hariç herhangi neticeye varılmadığına dikkat çekiyor.

Komisyon ve üye ülkeler müzakere görevini kamuoyu ile paylaşacak olurlarsa o zaman bu savunma epeyce ikna edici olabilir. Aksi halde sadede gelmeden tüm kozlarını Amerikalıların önüne sermek istemeyen Avrupalıların “çok gizli” konularından biri olarak kalmaya devam eder. Tüm fantasmaları besleyen de bu taktik.

Ticaret Komiseri Karel De Gucht’a göre, daha fazla şeffaflık için yirmi sekiz ülkenin devlet ve hükümet başkanlarıyla birlikte prensip anlaşmasına varılabilirdi. O zaman Avrupa vatandaşları endişelenmeye gerek olup olmadığına ilişkin daha iyi sebeplere sahip olurlardı.

Yine de soğukkanlılıkla riskleri ve de potansiyel anlaşmanın getirilerini ortaya koymak için çok erken sayılmaz. Cazip rakamlar (hane başına ve yıllık 545 euro kazanç ya da yıllık 0,5 puanlık büyüme gibi) telaffuz eden Komisyon, ikna edici değil. Ayrıca serbest ticaretin reel gereksinimleri konusunda yeterince açıklama yok.

Meselenin esası başka bir yerde. Avrupa’nın, gelişmesine katkı sağlayacak, ofansif çıkarları var. Şuan itibariyle Avrupa’nın başlıca iktisadi ve ticari güç olduğu (küreselleşmenin getirisi ile birlikte) son derece açık. 2013’te ticari sermaye fazlasını ikiye katlayan euro bölgesi şu an 150 milyar düzeyinde. Dolayısıyla müzakere için güçlü bir pozisyonda bulunuyor. Tehir etmemeli.

Mesele sadece birkaç gümrük hakkı konusunda üstünlük sağlama meselesi değil. Dünya çapında ürün ve hizmet değişim normlarını-standartlarını kimin belirleyeceğini kavrama meselesi. Kesin bir stratejik üstünlükten yararlanarak bunlara biçim verme meselesi. 20.yüzyılda bu aktör Avrupa’ydı. Dünya Ticaret Örgütü bu konumu devralmalıydı fakat çöktü. Seçenek basit. Bu yüzyıl ya Pasifik konusunda müzakere halinde olan Çinliler ile Amerikalıların elinde olacak. Ya da normlarını kabul ettirmek ve yaşam tarzını muhafaza etmek üzere merkezi aktör olarak empoze edilen Avrupa.

Le Monde, Başyazı
Dünya Bülteni için tercüme eden: Muhsin Korkut