Artık Suriye’de son aşamaya doğru gelindiği izlenimi edinmeye başladık. Bazı sınır kapılarını “muhalifler” ele geçiriyor. Şam ve Halep’te “özgür Suriye” bayrağı dalgalanıyor. Esed güçleri sadece havadan veya ağır toplarla bombalıyor. Rus hava yolu şirketi Şam seferlerini iptal ediyor. İran hızını alamayıp, “Suriye’ye karışan Arap devletini vururuz” diyor. Türkiye sınırındaki kasabalara Kürdistan bayrağı dikiliyor. Bunlar olurken Türkiye Başbakanı, “Esed er veya geç gidecek” açılaması yapıyor. Ama akıllarda daha çok “er” kısmı kalıyor. Bugünlerde oluverecek gibi. Bir yandan da Türkiye sürekli, Birleşmiş Milletleri müdahaleye çağırıyor.

Suriye krizinde İran’ın Esed yanlısı tavrı netti. Bu şekilde Türkiye kamuoyunu oldukça şaşırtmış oldu. “Tagutlara karşı mustazafları savunan” karizması fazlasıyla çizildi. Pek de umurunda değildi sanki. Dengeli davranmaya çalışmadı. Fakat BM’yi müdahaleden alıkoyan elbette İran değildi. Çin ve Rusya, Esed’in yılmaz savunucuları oldular. Esasen bu Rusya’nın Balkanlarda, Libya’da sarsılan prestijini kurtarma refleksiydi. Hem Rusya, hem BM tarafında. Aslında Suriye, nüfuz bölgesi olarak Fransa’nın da hak iddia edebileceği bir ülkeydi. Ama bölgedeki başka dengeler, müdahaleyi engelledi, Rusya da iyi bir bahane oluşturdu.

Bütün o Amerikan ambargosuna ve kara listesine rağmen, Lübnan, Golan tepeleri, anlaşmazlıklarına rağmen İsrail’in güvenliği açısından Esed’i tercih edilebilir yapan nedenler vardı. Türkiye ve Mısır’dan sonra Suriye’de de “muhafazakar” grupların iktidara gelmesi İsrail’in istediği bir şey olamazdı. Adı ister demokrasi olsun, ister otoriter yönetim, kontrol edilebilir siyasi yapılar olması önemlidir. İsrail, etrafının böyle bir kuşakla çevrilmesini elbette istemiyor. Bu durumda iş bekle ve gör politikasına kaldı. Esed’in ağır silahları kararı verecek diye beklendi. Ama direniş mevzii değildi. Adeta bütün halk ayaklanmıştı. Akan kan, direniş ruhunu besledi, büyüttü.

Peki Esed dayanamazsa ne olacak ? İşte bizim odaklanmak istediğimiz konu. Elbette Suriye, bir “tagut”tan kurtulmuş olacak. Elbette artık bu yönetim meşruiyetini kaybetmiştir, gitmelidir.  Ama yıkıntılar arasından nasıl bir yapı ortaya çıkacak ? Özgür Suriye Ordusunun kontrolünde kurulan yepyeni bir Suriye devleti mi ? Her şeyden önce artık Golan tepelerinin gündeme gelmesini beklememek lazım. Bu kargaşada çoktan arka planda kaldı. Daha da önemlisi, BM veya dış müdahalenin zamanlaması konusudur. Esed güçlerinin kontrolü kaybedeceği kesinleşirken gelecek bir BM müdahalesi, Bosna’da yaşanan problemin Suriye’de tekrarlanmasına yol açabilir.

Unutmayalım, Bosna’da Aliya İzzetbegoviç komutasındaki direniş olgunluğa eriştiğinde, artık düzenli ordu yeteneği kazandığı anlaşıldığında, müdahale edilmiş, yardımlar engellenmiş ve silah ambargosu konmuştur.  Ve BM gözetiminde bugünkü, realiteye dayanmayan, kalıcı olmayan statü oluşturulmuştur. Bosna’da Sırp bölgesi vardır, Hırvat bölgesi vardır fakat Boşnak bölgesi yoktur. Boşnakların hakim olduğu bölgede ortak bir yönetim vardır. Batı, Avrupa’nın ortasında bir Müslüman devletine müsade etmemiştir.

Ortadoğu’da, Balkanlarda, Hind kıtasında halen yaşanan problemlerin altında hep BM veya uluslararası müdahalelerin imzası vardır. Suriye’daki mevcut statüko da bir asır önce, o zamanın dünya güçleri tarafından kurulmuştur. Akan kan ve gözyaşı, Suriye Suriye olalı  yaşanan bir trajedidir. Bu gibi ülkelerde demokrasi konusunda hiç acele edilmemiştir. BM’yi devre dışı bırakalım demiyorum. BM’yi çağırırken bunları dikkate alalım diyorum. Alalım ki tarih tekrar edip durmasın.