Fehmi Huveydi
1.
Ebu'l Lütf'un Arafat'ın öldürülmesi hususunda patlattığı bomba, sessizce geçiştirilen bir konuda, sadece beş ene önce meydana gele bir olayla ilgili olarak değil aynı zamanda şu anda yaşanmakta olan hususlarla ilgili olarak da bir çok dosyanın açılmasına neden oldu.
Sayın Faruk Kaddumi'nin bahsettiği konularla ilgili olarak bunu reddetme ya da onaylama yetkisine sahip biri değilim. Ebu Amman'ın vefatından önceki son altı ayda Ebu Mazin'le Arafat arasındaki siyasi anlaşmazlığın kopma noktasına geldiğini herkesin bilmesine rağmen, Ebu Mazin'in Amerikalılar, İsrailliler ve Dahlan'la birlikte operasyona katıldığını duyduğumda bunu tuhaf karşıladığımı saklayacak değilim.
Bu dönemde Amerikan baskısı, Ebu Mazin'den yanaydı ve oldukça şiddetliydi. Arafat'ın yetkileri bir bir elinden alınıyor, o önemde başbakan olan arkadaşımıza naklediliyordu. Bu, kudretli kişilerin Ebu Ammar'ın vefatıyla birlikte tersine dönmesini istediği tabloydu. Nitekim Ebu Mazin, başbakan olarak o dönemde elde ettiği salahiyetleri bu kez tasfiye etmek ve yeni başbakan olan İsmail Heniyye'ye vermemek için yönetim başkanlığını üstlendi ve söz konusu yetkileri bu kez Özerk Yönetim başkanlığına yani kendisine intikal ettirdi.
Bazı Fetih yanlılarından karşılaştıkları bir takım suikast girişimleriyle ilgili heyecanlı hikayeler dinledik. Özellikle de örgütün sembol isimleri arasındaki dahili çekişmeler ve tasfiye girişimleri bağlamında…Bütün bunlar, Arafat'tan kurtulma konusunda birilerinin komplo girişimlerinde bulunduğu düşüncesini kabul etmeme neden oldu. Zira Arafat'ın varlığı, İsrail'in istediği şartlarda bir barış anlaşması yapılabilmesinin önündeki en büyük engeldi.
Her ne olursa olsun, yöneltilen suçlama son derece ciddidir, özellikle de Fetih hareketinin kurucularından volan, ve Filistinli yöneticiler arasında belirli bir ağırlığa sahip ve saygı duyulan bir isim olan Faruk Kaddumi gibi birisinden geldiyse…
Böyle olduğu için de belgenin meseleyi ciddiye alan bir araştırmaya ihtiyaç duyduğunu söylememiz de mümkündür. Bu olmadığı sürece son derece zor koşullan altında kalırız, doğal olarak Filistin halkı da..Zira, belgenin doğru olduğunu ispatlayamayacağımız gibi aynı zamanda bunu reddetmemiz ve sanki onu hiç olmamış gibi kabul etmemiz de mümkün değildir.
Diğer yönden, ben, bazı Mısır gazetelerinin sayın Faruk Kaddumi'ye yönelik saldırı kampanyalarını ve İran için çalışma ve oradan düzenli olarak aylık maaş olma yönündeki suçlamaları da anlayabilmiş değilim.1 Bu yöntem kendisiyle anlaşmazlığa düştüğü kişileri siyasi olarak aforoz etmek isteyen devletin resmi uslubudur. Bu zihniyete göre siz, muhalif olarak ya ülkede kanunlarca yasaklanmış Müslüman Kardeşler gibi bir örgüt üyesisinizdir ya da İran gibi mahzurlu bir ülkeyle koordineli çalışıyorsunuzdur.
2.
İzninizle Arafat'ın vefatının hemen ardında yayınladığı yazımı hatırlatma babında burada alıntılamak istiyorum. Bu yazının başlığı "Arafat dosyasını kapatmayın!" idi. 30 kasım 2004 yılında yayınlanan bu yazıda, şöyle denmekteydi:
"Arafat'ın yokluğundan daha az kötü olmayan bir başka gelişme, ölümüyle ilgili karanlık noktaların henüz aydınlığa kavuşturulmamış olmasına rağmen bu dosyanın rafa kaldırılmasıdır. İtham laneti, kıyamet gününe kadar bu hususla ilgisi bulunanların peşini bırakmayacaktır".
Makalede zikredilen hususları ana başlıklar halinde ifade etmek gerekirse:
- Arafat'ın inadı ve Filistin davasının kırmızı çizgileri konusunda gösterdiği duyarlılık, etrafında kendisinden daha esnek olan ve bundan dolayı İsrail'in taleplerine karşılık vermeye daha yatkın bazı Filistinli liderlerin hoşnutsuzluğunu üstüne çekmişti. Arafat, dehasını göstererek etrafındaki bu 'esnek' tiplerin önünü kesmeyi ve onları etkisizleştirmeyi de başarmıştı. Bu durum ABD ve İsrail'i, onun rolünün önemsizleştirilmesi ve etkisizleştirilmesi için üzerinde ciddi baskıların gerçekleşmesine vesile olmuştu.
O, sadece direnmekle kalmadı, çabalarını da boşa çıkardı. Filistinli öncü isimlerden biri istifa etmek zorunda kaldı, diğerlerini de yola getirmeyi başardı. Bu yüzden bu dahili ve harici çevrelerin hepsi, Arafat'ın yollarının üzerinde duran ve yok edilmesi gereken bir engel olarak gördüler.
-Arafat'tan kurtulma yönünde çıkan sesler, bazı Filistinli çevrelerde memnuniyetle karşılandı. Bunun içindeki bazı çevreler ise Arafat sonrası döneme hazırlık için erken devrandılar. Bu yönelim de ABD ve İsrail'le ilişkili bazı çevrelerde kabul gördü.
- Özetle bir çok faktör bir araya geldi ve oyunun tarafları arasında bir tür konsensus oluşmasına vesile oldu. Arafat'ın gidişinin krizden çıkmak için tarihi fırsat olduğunu söyleyen eski Başkan Bush, bunlar arasında sesi en yüksek çıkanıydı.
-Tanınmış sinir mütehassısı ve Ürdünlü Sağlık Bakanı Dr. Eşref Kürdi, Ebu Ammar'ın yanında yıllarca kalmış ve onun doktorluğunu yapmış bir isimdi. Amman'dayken yaptığımız telefon görüşmesinde kendisinin son derece gergin ve şüpheci buldum. Çünkü ona Arafat'ın durumunu sadece üç haftada bir bildirmişlerdi. Kürdi, "Genelde Arafat herhangi bir şekilde hastalandığında anında bana haber verirlerdi, grip ya da nezle bile olsa" dedi.
Dr. Kürdi, Ramallah'a gittiğinde Arafat'ın etrafında daha önce görmediği dört Mısırlı, beş Tunuslu doktor gördüğünü, ve bu kişilerin Arafat'la ilgili yapılacak herhangi bir şey kalmadığını, tedavisinin dışarıda yapılması üzerinde ittifak ettiklerini söyledi. Ve Dr. Kürdi, vefat edene kadar hastasıyla olan bütün bağının koptuğunu ifade etti.
Ona, olan bitenin sadece tesadüf olup olamayacağını sordum. Bütün bunların tesadüf olamayacağını, çünkü kendisinin halen Filistinli liderin durumuyla ilgili olarak sadece üç haftada bir haber verilmesini tuhaf karşıladığını ve bir türlü kabul edemediğini dile getirdi. Daha önce böyle bir durum kesinlikle olmamış. Ayrıca, kendisi onun 25 yıllık doktoru olmasına rağmen Arafat'ın yurt dışına çıkmasından sonra sağlık durumuyla ilgili kimse kendisine bilgi vermemiş. Tedavi ekibinden çıkartılmasıyla ilgili ikna edici bir neden bulamadığını da sözlerine ekliyor.
Ayrıca 1997 yılında Amman'da İsrail suikast timleri tarafından zehirlenmeye maruz kalmış Hamas'ın siyasi büro başkanı Halid Meşal'den de konuyla ilgili bilgi aldım. Bana zehirlenme senaryosunun uzak bir ihtimal olmadığını söyledi. O dönemde Fransa, ABD'den İsrail'e müdahale ederek panzehirin elde edilmesini istemiş. Ancak İsrailliler konuyla ilgilerini kabul etmemişler. Arafat'ın adamlarından biri BM Genel Sekreteri Kofi Annan'a telefon ederek, ona da benzeri şeyleri söylemiş ve İsrail bu mesajı da aynı şiddetle reddetmiş.
Ebu'l Velid, kendisinde Arafat'la ilgili zehirlenme iddiaları güçlenmeye başladığında Filistin'in lider kadrolarıyla temasa geçerek onlardan Arafat'ın hayatının kurtarılması için İsrail'e panzehiri vermesi baskısı yapması talebinde bulunmuş. Onun çok zayıf bir cevap alması ve Filistinli liderler kadrosunun sükunete davet eden yaklaşımları onu dehşete düşürmüş. Yazının vurucu bölümlerini sunduktan sonra yazıda yer alanları okuyorum: "Kendisiyle görüştüğüm herkes, Arafat'ın cenaze işlemleriyle ilgili hazırlıkların, hastalığıyla ilgili gizli sırrın ortaya çıkartılmasından önce bu kadar hızlı gelişmesinden ve bu kadar çabuk bir şekilde gömülmesinden duydukları dehşeti ifade ediyorlardı. Sonra da bu sırlar kendisiyle birlikte toprağa gömüldü."
Araştırma ve tahlillerin soncunda şüpheye meydan verecek herhangi bir şeyin ortaya çıkmaması, zehirlenmesiyle ilgili şüpheleri zayıflatmıyor, tersine güçlendiriyor. Bu tür durumlarda doktorların ittifakıyla, cesedin yeniden çıkartılıp ölümün nedenini ortaya çıkartmak için otopsi yapılması gerekiyor.
Özellikle şüpheleri artıran husus, Başkan Arafat'ın etrafındaki insanlara ve yakınlarına, onun vefat nedeniyle ilgili kimseye herhangi bir açıklama yapmamaları ve bu konuda konuşmaktan vazgeçmeleri yönünde baskı uygulanmasıydı.
Makalenin son cümleleri ise şöyleydi: "Arafat'ın cesetinin gömülmesi, onun hastalığının sırrının da defnedilmesi anlamına gelmiyor. Çünkü dosya, müphem yanları ortaya çıkana kadar açık kalacak. Arkeologlar, üç bin sene sonra bile Tutankamon'un ölüm nedenlerini ortaya çıkartabiliyorlar ve doğal yollarla mı öldüğünü ya da öldürülüp öldürülmediğini kanıtlayabiliyorlarsa, Filistinli liderle ilgili gerçeklerin ortaya çıkartılması için daha fazla beklenilmemesini istiyoruz. Yeni bir kanıt ortaya çıkıncaya kadar onu Allah katında şehit sayıyoruz. Allah ona rahmet ve etrafındakilere mağfiret etsin."
3.
Şu ana kadar ortaya çıkan en önemli sonuç, Arafat'ın İsrailliler tarafından zehirlenerek öldürüldüğü hususunda kimsenin şüphesinin olmaması. Bu hakikat, beş sene önce sessizce geçiştiriliyordu. O dönemi yaşayanlar, Arap medyasının onun öldürülmesinden değil, ölümünden bahsettiğini hatırlarlar.
Bu olaylara işaret eden makalem, o dönemde yine aynı gazetede sürekli olarak köşesinde yazılar yazan bir yazar tarafından alayla karşılanmış ve şöyle denmişti: "Biz komplo teorilerinden bir türlü yakamızı kurtaramadık, dile getirilen şüpheler, bizim bu kötü kompleksten bir türlü kurtulamadığımızı kanıtlamaktadır."
Filistin devriminin liderinin, İsrailliler tarafından zehirlendiğini söylendiğinde son beş senedir olayı ört bas etme çabası, onu öldüren zehrin türüyle ilgili olarak Fransızların sahip olduğu bilgiler, otopsi yapılmadan cesedinin toprağa verilmesi, İsrail'in nasıl olup da kuşatma altındaki Arafat'a zehiri ulaştırdığı ve bu hususta onlarla işbirliği yapan Filistinlilerin durumu gibi bir çok sorunun ortaya çıkmasına neden oluyordu.
Bir çok kişi Ebu'l Lütf'un (Kaddumi'nin) belgenin içerdiği bilgilerle ilgili olarak son beş yıldır neden sustuğunu ve bunları kamuoyuyla paylaşmadığını sordu. Bu, sorulması meşru bir soru olup karşılığında başka bir sorunun sorulmasını da gerekli kılmaktadır: Filistin yönetimi de yine aynı şekilde söz konusu dönem boyunca suçlamalarla ilgili neden bir araştırma yapmadı ve hep sessiz kaldı?
Lübnan Başbakanı öldürüldüğünde tüm dünya ayağa kalkmış ve bir daha oturmamış, uluslararası araştırma komisyonu kurulmasından uluslararası mahkeme oluşturulmasına kadar bir çok yola başvurulmuştu. Ancak bölgedeki fonksiyonu ve rolü Hariri'ninkini kat kat aşmasına rağmen Arafat'ın öldürülmesine kimse dikkat etmedi.
Bunun tek bir açıklaması vardır o da, Yaser Arafat Filistin'de istenmeyen ve ortadan kaldırılması gereken bir kişiyken Hariri'nin o dönemde işbaşında kalması gereken bir isim olmasıdır.
Hariri'nin öldürülmesiyle ilgili başlatılan araştırma hamlesi, aslında başta Suriye olmak üzere Hizbullah gibi muhalif hareketlerin yola getirilmesini öngörüyordu. Böylece Arafat'ın öldürülmesinin görmezden gelinmesi, aslında Filistinli bir takım çevrelerle İsrail'in işin içindeki parmağını gizlemeye yönelik olduğunu bize gösteriyor.
4.
İki önemli değerlendirmeyle yazıyı bitirmek istiyorum. Birincisi, Arafat'ın öldürülmesini gerektiren Filistin içindeki çekişme, özünde bir liderlik çekişmesi olmayıp daha çok kırmızı çizgilerin korunmasını isteyenlerle bu çizgiyi tasfiye etmek isteyenler arasındaki bir çekişmeydi. Daha önce de Arafat'tan kurtuluşun en önemli şartı, sabitelerden taviz vermek olan uzlaşma ve anlaşma yolundaki engellerin kaldırılmasıydı.
Bunun yanında Arafat'ın öldürülmesiyle sadece adamın kellesi araştırılmış olmayacak aynı zamanda Filistin davasının da kökten tasfiye edilmesiyle ilgili şüpheler aydınlatılarak bu olayın yansımalarına da bir ışık tutmuş olunacaktır.
İkinci önemli değerlendirme nokta ise şudur: Arafat'ın temsil ettiği duruş nedeniyle öldürülmesi noktasında bazı Filistinli çevrelerin gösterilen işbirliği, Ramallah'taki güvenlik güçleriyle İsrail yönetimi arasındaki işbirliği ve koordinasyondan çok da farklılık arz etmemektedir. Ben Arafat'ı öldürme konusunda Filistinlilerle İsrailliler arasındaki işbirliği ve anlaşma olmasıyla, bu anlaşmanın İsrailli ve Filistinli güvenlik güçleri arasında direnişçilerin takip edilmesi ve yok edilmesi alanında olması arasında bir fark görmüyorum. Bu bizi işbirliğinin durmayıp başka adlar altında da sürdüğünü gösteriyor.
Güvenlik işbirliği, sonradan keşfedilmiş yöntemlerden biriyse aynı şekilde 'kuşatma' da bundan çok farklı değildir. Bu da aynı tasfiye harekatının da halen devam ettiğini gösteriyor.
Dünya Bülteni için çeviren İslam Özkan