Türkiye'de sivil anayasaya dair gerilimler, Ergenekon davası, Kürt meselesi ve ekonomi siyasi istikrarsızlık riski yaratıyor. AKP yerel yönetimlerde kontrolünü güçlendirecek ama ekonomik ve siyasi istikrarsızlık yeni partilerin kurulmasına ve Erdoğan'ın desteğinin azalmasına yol açabilir

Türkiye'de Başbakan Tayyip Erdoğan liderliğindeki muhafazakâr AKP, 29 Mart'taki belediye seçimlerinde yerel yönetimdeki hâkimiyetini artırmaya hazır görünüyor. Fakat hükümetin Türk ekonomisinin karşı karşıya bulunduğu zorlu meydan okumaları ele alabilmesi için, seçimin ardından daha fazla kararlı adıma ihtiyaç duyulacak ve tribünlere daha az oynanması gerekecek.

Anayasa Mahkemesi'nin AKP'yi laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelmekten suçlu bulduğu, fakat partiyi kapatmamak ve önde gelen çok sayıda liderine siyaset yasağı getirmemek yönünde az farkla karar aldığı Temmuz 2008'den bu yana, Erdoğan'ın ana odağı, bu haftasonu yapılacak yerel seçimlerin AKP'nin ulusal açıdan en büyük parti olarak konumunu sağlamlaştırmasını garanti altına almak oldu. Son zamanlarda yapılan bütün anketler bu hedefe ulaşılacağını gösteriyor. Ulusal olarak, AKP'nin oyların yüzde 45 ila 50'sini alması bekleniyor. Parti Temmuz 2007 genel seçimlerinde yüzde 46.5 oranında oy almıştı; bu, meclisteki ikinci en büyük parti olan laik/milliyetçi muhalefet CHP'nin oy oranının iki katından fazlaydı.

IMF ve AB'yle ilişkiler gergin

Ülke çapındaki yerel yönetimler üzerindeki kontrolünü genişletmek isteyen AKP, kampanyasının büyük kısmını Kürtlerin yaşadığı ve Kürt yanlısı DTP'nin hâkim parti olduğu güneydoğuya yoğunlaştırdı. Son haftalarda, Erdoğan ve eşi Emine de dahil olmak üzere, AKP'nin önde gelen üyeleri Diyarbakır ve Van gibi kilit önemdeki şehirlerde yoğun biçimde kampanya yaptı. Hükümet geçen mayısta devletin bu bölgedeki yatırım programı olan GAP'a ivme kazandıracak şekilde kaynak tahsis etti ve bu yıl 1 Ocak'ta devlet televizyonu TRT 24 saat Kürtçe yayın yapan yeni bir kanalı açarak -TRT 6- 2002'de kabul edilen radyo-televizyon reformunu nihayet hayata geçirdi. Ayrıca, bazı üniversitelerde 2010'a dek Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinin açılma ihtimalinden dem vuruldu.

Bu arada, Türkiye'nin son yıllarda işine yarayan iki anahtar politika çapası - IMF ve Dünya Bankası rehberliğindeki ekonomik reform ve AB üyeliği müzakareleri- rafa kaldırılmış durumda. Ekonomik cephede, hükümet Eylül-Ekim 2008'de derinleşen küresel finans krizinin Türk ekonomisi üzerindeki potansiyel etkisini ilk başta hafife aldı. IMF'yle yeni bir stand-by anlaşması (eski anlaşmanın süresi Mayıs 2008'de dolmuştu) için ocakta başlayan görüşmeler, hükümetin IMF'nin sürekli olarak kabul edilemez yeni şartlarla geldiği yönündeki şikâyetinin ardından yerel seçimlerden sonra devam edilmek üzere askıya alındı.

Gerçek şu ki, Türkiye'nin dış finansmana duyduğu büyük gereksinim, iş risklerini azaltmaya ve kredileri dizginlemeye yönelik küresel düzeydeki mevcut süreç sırasında ekonomiyi savunmasız hale getiriyor. Türkiye'nin ekonomik üretimi altüst oluyor. Sanayi üretimi, ekim ve kasımdaki yüzde 6.8 ve 13.3 oranındaki düşüşlerin ardından aralıkta da yüzde 17.6 oranında azaldı. Otomotiv sektöründe -ki bu sektör Türk ekonomisinin son 10 yıldaki büyük başarı hikâyelerinden biriydi- üretim kasım-aralıkta yüzde 40-50 oranında düştü. Ekim 2008 başından bu yana Türk Lirası üzerindeki güçlü aşağı doğru baskı, Türk para biriminin dolar karşısında yüzde 30 değer kaybetmesine yol açtı. Türk Lirası 10 Mart'ta tüm zamanların en düşük seviyesini gördü. Piyasalar IMF'yle bir anlaşma beklentisi içinde olmasaydı Türk Lirası'nın değeri muhtemelen daha da düşecekti.

Hükümeti eleştirenler haklı olarak Türklerin seçim kampanyası bağışlarına değil, 2001 ekonomik krizinden bu yana hayata geçirilen reformların daha fazlasına ihtiyaç duyduğunu savunuyor. Bu reformlar 2003-2007 arasında gayrısafi yurt içi hasılada yıllık ortalama yüzde 7 büyüme sağlanmasına; merkezi hükümetin gayrısafi yurt içi hasılaya oranla açığının 2001-2002'deki yüzde 12'lik orandan 2005-2008'de yüzde 2'den aza indirilkesine; kamu borcunun gayrısafi yurt içi hasılala oranının 2001'deki yüzde 75'ten yüzde 40'e düşmesine ve rekor seviyelerde doğrudan yabancı yatırım çekilmesine yardımcı oldu. IMF destekli tutarlı bir orta vadeli program, yatırımcıları politikaların gelecekteki yönelimi konusunda ikna edecektir.

Hükümet diğer önemli çapa olan AB'ye katılım hedefine hâlâ bağlı olduğunda ısrar ediyor, fakat müzakereler durgun. Anayasa Mahkemesi'nin geçen temmuzdaki kararının ardından yeni ivme bekleniyordu, ancak bu beklenti gerçekleşmedi ve ilerideki yol zor görünüyor. 1982 tarihli ve ordu esinli anayasanın yerine sivil anayasa konulması, AB'nin siyasi alandaki taleplerini yerine getirmek konusunda ciddi mesafe kat eder. Erdoğan şubatta, hükümetinin yerel seçimlerin ardından anayasayı elden geçirme planlarını canlandıracağını söyledi ve bunun partiler arası konsensüs temelinde yapılacağına söz verdi. Fakat gerçekte geniş oybirliğine varılması zor olacaktır; zira, meclisteki muhalefet partileri (özellikle de dik kafalı CHP), AKP'nin laik düzeni devirmeye niyetli olduğuna dair şüphelerinden dolayı bu partinin yeni bir anayasa hazırlamasına hararetli biçimde karşı çıkıyorlar. Ayrıca ordu da muhtemelen AKP liderliğindeki reformdan derin şüphe duyacaktır.

Türkiye çok hassas

Çözülmeyen Kıbrıs meselesi de önemli bir engel olmayı sürdürüyor. Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumlar arasındaki müzakereler Eylül 2008'de başladı, fakat ilerleme yavaş ve bir çözüm üzerinde anlaşılması ihtimali düşük (Kıbrıslı Türkler 19 Nisan'da genel seçime gidiyor ve Nisan 2010'da da cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak). Erdoğar bir çözümü kolaylaştırmaya kendini adamış görünüyor. Fakat hükümetle laik seçkinler arasındaki süregelen gerilimler manevra alanını sınırlayabilir. Türk ordusu Kıbrıs konusunda geleneksel olarak şahince davranır ve Türkiye'nin askerlerinin adanın kuzeyinden çekilmesine yönelik (ki bu Kıbrıslı Rumların olmazsa olmazı) bir anlaşmayı engelleyebilir.

Önerilen yeni anayasaya dair inatçı iç siyasi gerilimler; ülkeyi istikrarsızlaştırmaya ve hükümeti devirmeye çalışmakla suçlanan eski generaller, halen görevde olan askeri yetkililer ve tanınmış yetkilileri kapsadığı iddia edilen aşırı milliyetçi Ergenekon çetesi hakkında devam eden soruşturma ve dava; Kürt meselesi ve küresel ekonomik krizin olumsuz etkisi yüksek bir siyasi istikrarsızlık riskine işaret. Economist İstihbarat Birimi'nin kısa süre önce yayımladığı Siyasi İstikrarsızlık Endeksi'nde Türkiye 165 ülke arasında 53. sırada (listede istikrarsızlık riski ne kadar yüksekse bir ülkenin sıralaması o kadar aşağıda). Azımsanamayacak boyutta etnik parçalanma ve gelir eşitsizliği bulunan, istikrarsız bir bölgede yer alan kusurlu bir demokrasi olarak Türkiye hassas görünüyor. 

Darbe ihtimali çok düşük

Economist İstihbarat Birimi'nin temel öngörüsü şöyle: AKP Temmuz 2011'de biten dört yıllık yasama döneminin hepsinde veya çoğunda görevde kalacak; AB'yle müzakereler yavaş ilerleme kaydedecek ama tümüyle askıya alınmayarak devam edecek; ve hükümet, Türkiye'de bir başka ekonomik ve finansal krizden kaçınmak için yeni bir IMF anlaşması altında yeterli adımı atacak. Fakat ciddi siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa yönelik gerçek bir risk söz konusu. Böyle bir senaryo altında bile, daha çok demokrasi için artan talep dolayısıyla siyasete doğrudan askeri müdahale ihtimalinin düşük olduğuna inanıyoruz. Fakat Erdoğan'ın halk desteği ağır kayba uğrayabilir, bu da iç düşmanlıkları ve bölünmeleri canlandırır.

İki muhalefet partisinden ne CHP ne de sağcı MHP, özellikle de ekonomiyi yönetmek veya geniş halk desteği bulunan AB üyeliği girişimini ilerletmek konusunda, hükümette AKP'ye uygun bir alternatif olabileceklerini göstermiş değiller. Halkın mevcut siyasi güçlere yönelik artan memnuniyetsizliği yeni partilerin ortaya çıkmasına yol açabilir; bu durum da mecliste geniş çaplı parti değiştirmeleri tetikleyebilir. Böyle bir durum güç dengelerini ciddi biçimde değiştirir, siyasi sistemdeki bölünmüşlüğü artırır ve hükümeti daha az etkili hale getirir. (Economist İstihbarat Birimi, 26 Mart 2009)

Kaynak: Radikal