Türkiye, 2010 yılında veya en azından şu ana kadar dış düzlemde yaşadığı en belirgin olayı seçecek olsa bu olay hiç kuşkusuz özgürlük filosuna yönelik İsrail saldırısı ve İbrani devleti eliyle ilk defa Türk kanının akıtılması olacaktır.
 
Fakat iç düzlemdeki en belirgin olay ise hiç kuşkusuz AKP'nin geçirdiği anayasa değişiklikleri için 12 Eylül'de yapılacak referandum olacaktır.

Belki Türkiye dışında ve hatta Türkiye içindeki bazı gruplarca durum böyle görülmeyebilir. Fakat Türkiye'nin yakın tarihini sunduğumuzda 2003 ve 2004 yıllarında yapılan reformların AB üyeliğine direkt müzakere kapıları açtığını görürüz. Reformlar kısmı değişim temelindeydi ancak önemli olan içerideki siyasi sistemin yapısı, askerî vesayet rejiminin iktidar ve siyasî hayat üzerindeki hegemonyasının azaltılmasıdır. AKP'nin önünde yapacağı çok şey var ancak o vakitler gerçekleştirdikleri Türkiye'de siyasi sistemin gelişiminde bir yol ayrımıydı.

AKP reformu ne zaman ağırlaştırsa, güvenlik-siyasi konularla ve dış faaliyetlerle iştigal etse değişim yolunda karşılaştığı engeller yeniden karşısına çıkıyor. Bu yoldaki en büyük başarısızlık, partinin 2007 seçimlerini ezici şekilde kazanması sonrası yeni sivil anayasayı gündeme taşıma güçsüzlüğü oldu. Parti belirli anayasal değişiklikler yaparak taksitle değişime başvurdu. Bu değişikliklerin başında başörtülülerin üniversitelere girişine izin verilmesi geliyor. Sonuncusu ise askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasına imkân veren değişiklik. Fakat Anayasa Mahkemesi, değişikliğin içeriğini iptal etmek kendi ihtisas alanı olmadığı halde iki düzenlemeyi iptal etti. Mahkeme, değişikliğin hukuki yolları izleyip izlemediğine ve gerekli oy oranlarını alıp alamadığına bakabilir sadece.

Düşüncenin temelinde parça parça değişikliklerle sınırlı kalmayacak geniş anayasal değişikliklere başvurmak vardı. Bu yüzden geniş anayasal değişiklik eğilimi Anayasa'nın 26 maddesine uzanıyordu. İbre, değiştirilmesi istenen maddelerin sayısında değil de içeriğinde olduğundan yeni değişiklikler paketi Parlamento'da oyların üçte ikisini alamadı ancak referanduma sunulması için yeterli oyu almıştı.

Belki de ilk defa Anayasa Mahkemesi değişiklikleri iptal etmedi ve referanduma gitmesini engellemedi. Aksine özüne dokunmayan sınırlı değişikliklerde bulundu. Bu da 45 gün sonra 12 Eylül'de referanduma sunulması imkânı verdi. Yeni reformların özü, Anayasa Mahkemesi'nin halihazırdaki üye sayısını artırarak mahkemenin yapısının ve üyelerin atanma yönteminin değiştirilmesi. Böylelikle Anayasa Mahkemesi halihazırdaki üyeleriyle anayasa ve yasalardaki mantıksal düzenlemelerin önünde engel olarak duramayacak. Ayrıca yeni reformlar HSYK'ya da aynı şeyi yapıyor. Bu kurul Anayasa Mahkemesi ile birlikte devlet içinde devleti oluşturuyor ve ordunun darbe yapmasının zorluğu ile birlikte AKP'nin yasaları değiştirme ve reform yolunda ilerleme noktasındaki adımlarını engellemenin tek aracı oldular.

Muvazzaf subayların suçları askeri konularla sınırlı olmadığı takdirde sivil mahkemelerde yargılanması en önemli yeni değişikliklerden. Ayrıca Türkler 1980 askerî darbesinin yıldönümünde yani 12 Eylül'de darbe generalleriyle bir kısmı hayatta olmasa bile hesapları görme fırsatı yakalamış olacaklar.

Türkiye, 12 Eylül'de sistemin reformu yürüyüşüne yönelik bitirici bir durak karşısında olacak. Partilerin oylarını reformların içeriği temelinde değil de AKP'ye yönelik siyasi tutumlarına göre vermesine rağmenreformlar referandumdan geçerse bütün Türklerin ve Türkiye'nin geleceğinin başarısı olacak, demokrasisini, rejimin sivil yapısını ve istikrarını güçlendirecektir.

Fakat yeni reformlar yolun sonu değil. Hâlâ değişime muhtaç çok madde var ancak reformların başarısı AKP'yi ve değişim güçlerini bir sonraki köklü adıma geçmeye teşvik edecektir. Bu adım son noktayı 'derin devlet' olarak adlandırılan askerî ve yargı vesayet rejiminin son harfi üzerine koyacak kapsamlı yeni sivil bir anayasa hazırlamaktır. Birleşik Arap Emirlikleri gazetesi El Haliç, Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü, 25 Temmuz 2010

 
Kaynak: Zaman