Geçen 12 Eylül'de başarılan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın askerî vesayet rejiminin sonlandırılması şeklinde özetlediği ileri reformun, askerî kurumun kulağına ulaşmadığı görülüyor.

Geçtiğimiz yaz Silahlı Kuvvetler'e yeni komutanların atanması, AKP hükümetine karşı açıkça karşı çıkan ve cumhurbaşkanlığı makamına saygı duymayan komutanların terfi etmemesi sırasında yaşananlar, görülen o ki; askere hiçbir ders vermemiş. Askerler, tarihin, halkların, reformun ve değişimin hareketini durdurma girişimlerini ve inatlarını sürdürdüler.

Türkiye, modern tarihi boyunca birçok sorun yaşadı. Bu sorunların ilki askerî ve diktatör rejimdir. Bu konu demokrasiyle ilgilidir. İkinci sorun ise İslamî gruplara yönelik kibirli laik zihniyet ve bu zihniyetin İslamî grupları geri kalmışlığın ve kötülüklerin kaynağı olarak görmesidir. Öyle bir noktaya gelindi ki; başörtülüler sadece resmî dairelerde, ilköğretim ve liselerde değil, üniversitelerde dahi yasaklandı. Oysa böyle bir durum, ABD ve Kanada gibi laik ülkelerde bulunmazken, Fransa başörtüsünü üniversitelerde yasaklamıyor.

Yedi yıldır yani AKP'nin iktidara gelmesinden bu yana aşırılıkçı laikler, önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in 'Kamusal alan futbol sahaları ve yolcuları taşıyan otobüsler gibi başörtüsünün yasaklama alanıdır.' şeklindeki sözüyle başörtüsü yasağı kavramını genişlettiğine dair keyfî yorumları takip ettiler. Sezer, başörtülülerden, evlerinde dört duvar arasında kalmalarını istiyordu. Önceki Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de bir defasında başörtülü kız öğrencinin kendi vatanı Türkiye'ye aitliğini, kendi ülkesinde ve üniversitesinde ilim tahsili haklarını ellerinden alarak bu öğrencilerin üniversite öğrenimlerini tamamlamaları için Suudi Arabistan'a gitmeleri çağrısı yapmıştı.

Cumhuriyet yılları boyunca Türkiye'deki aşırı laiklik uygulamaları, insanın nasıl hakir görüldüğüne dair ciltler dolusu kitap yazmak için yeterli malzeme oluşturuyor. Bununla birlikte Türk halkı, asli kimliğine sadık kaldı. Eşitliğin, özgürlüklerin ve temel haklara saygının hakim olduğu özgür bir halk olmaya çalıştı.

Herkes 12 Eylül referandumunun despot rejime son noktayı koyduğunu düşündü ancak reformları durdurma girişimlerinin hâlâ yürürlükte olduğu görülüyor. Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, siyasî partileri üniversitelerde başörtüsüne onay vermeleri halinde kapatılmakla tehdit etti. Sanki yargı kurumlarının yapısını değiştiren 12 Eylül referandumu hiç yapılmadı.

29 Ekim'de Cumhuriyet'in ilanının 87'nci yıldönümünde ordu, en üstün kendisi olduğu kaidesinden hareketle genel eğilimin tersi yönünde gitti. İlk defa cumhurbaşkanı, başörtülü eşi Hayrünnisa Hanım'ın da hazır bulunacağı bir resepsiyon düzenledi.

Almanya Cumhurbaşkanı ve eşi, Abdullah Gül ve başörtülü eşinin yanında durdu ve birlikte kırmızı halıda yürüdüler. Asker ise buna karşı çıktı ve başörtülü eşi yanında duracağı için Cumhurbaşkanı'nın resepsiyonuna gitmedi. Dahası asker diretti ve aynı saatte özel bir resepsiyon tertipledi.

Diktatör rejimler halk devrimi veya 'son maddeye' kadar tam bir reformla bir anda düşer. Evet AKP hükümeti ve iktidarı önünde son maddeye varana kadar yapılacak reformlar var. Başbakan Erdoğan'ın yeni anayasanın gelecek yaz yapılacak Parlamento seçimleri sonrası sunulacağını açıklaması, takviminden dört yıl gecikmeli de olsa iyi bir haberdir. 2007 yazında anayasa hazırlanmıştı ancak tartışmalar üzerine referanduma sunulmamıştı.

Çekişmeler ve ertelemelerle geçen dört yıl. Bununla birlikte Türkler askerî rejim sayfasının ilelebet dürülmesi için anayasa sözünün bu kez gerçekleşmesini umuyor. Ordu, Cumhurbaşkanı'nın eşine saygı göstermemekle Cumhurbaşkanı'na, Cumhuriyet'e ve Cumhuriyet'in evlatlarına saygı göstermedi. Türkler bu saçmalığı ne zaman sonlandıracak? Katar gazetesi El Şark, 31 Ekim 2010


Kaynak: Zaman