Stefan Zwaig, “Dünün Dünyası” adlı eserinin bir yerinde şöyle diyor;

“Düşman askerlerini akla gelebilecek her türlü canilikle suçlamanın tıpkı cephane ve uçak gibi birer savaş aracı olduğunu ve savaşta böyle şeylerin daha ilk günde ortaya atılacağını keşke bilselerdi. Savaş mantık ve haklılık duygusuyla bağdaşmaz. Savaşta duygularınızın yükselmesi, düşündüğünüz şeyler için coşku duymanız ve düşmanınızdan nefret etmeniz gerekir.”

Birinci Dünya savaşı ortamı için söylenen bu sözler, Avusturya ve Alman İmparatorlukları ile Fransız ve İngilizler arasındaki karşılıklı suçlamaları ortaya koyuyor. Daha savaşın ilk günlerinde taraflar birbirini “çıkarılmış gözler, kesilmiş eller” gibi vahşet “masallarıyla” itham etmeye başlamışlar. Nefreti artırmak, askerleri teşvik etmek ve savaşı daha anlamlı bir hale getirmek için. Dünya savaşlarındaki karşılıklı katliam suçlamaları, şimdi bir aile haline gelen Avrupa evinde, unutulmuşa benziyor.

Savaş ortamlarında orduların hareketine paralel olarak propaganda mücadelesi verildiğini herkes bilir. Bu mücadele, savaşın öncesinde zemin hazırlamak, sırasında desteklemek ve sonrasında uygun bir anlaşma sağlamak için devam eder gider. Balkan Savaşları öncesinde Rusya, Türklerin Balkan Hıristiyanlarına zulmettiği, katliam yaptığı haberlerini bütün Avrupa’da yaymıştı. Avrupa kamuoyu zaten bu tür haberlere inanmaya hazırdı. Arkasından Rusya’nın desteğiyle Avrupa’nın üç Ortodoks ülkesi Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan, Osmanlı topraklarına saldırdı. Balkan Müslümanları büyük bir soykırıma maruz kaldı. İstanbul başta olmak üzere Batı Anadolu şehirleri sefalet içindeki muhacirlerle doldu. Ama Batı kamuoyu bunları görmedi.

Aynı dönemde Ruslar Doğu Anadolu’ya da saldırmıştı. Burada kendilerine müttefik olarak Ermeni nüfusu gördüler. Ermenilerden silahlı milisler oluşturdular. Doğu bölgelerinde Türk ve Kürt ahaliye karşı büyük katliamlar yapıldı. Orada yaşayan insanlar, dedelerinin anlattığı dehşet hikayelerini bugün de naklederler. Toplu mezarların yerleri halen bellidir.

Aynı zamanlarda Ruslar Baltık bölgesinde Yahudi katliamı yapmışlardı. Almanlar bunu bütün dünyaya duyurdular. Dünya dehşetle sarsıldı. İngilizler bir karşı propaganda olarak Ermeni olaylarına sarıldı. Ne de olsa Rusya ve İngiltere müttefik durumdaydı. Osmanlı ise Almanya’nın yanındadır. İttihat Terakki yönetimi sınır bölgesinde risk oluşturan Ermeni nüfusu kaydırmaya karar verir. Buna “tehcir” adı verilir. Kadın, çoluk, çocuk yollara düşerler. Bu elbette bir insanlık faciasıdır. Kadın, çocuk, yaşlı demeden ülkesinden sürülen, katledilen hangi milletten olursa olsun mazlumdur. Biz bunu söyleyebiliyoruz.

İşte vurgulamak istediğimiz de bu; Bütün bölge halkı Rus ve Ermeni katliamlarına maruz kaldığı halde, yaşanan dünyadaki ilk veya son tehcir olmadığı halde neden sadece Ermenilerin başına gelenler dikkate alınıyor? Kökünden kazınan Amerika yerlilerinin, yıkılan uygarlıkların, Afrika’dan hayvan gibi toplanarak götürülen esirlerin hikayeleri ne olacak? Birinci Dünya Savaşı öncesinde Belçika’nın sadece Kongo’da milyonlarca yerliyi yok ettiği biliniyor. Bu bir iddia değil. Fransa’nın, İngiltere’nin uzağı geçtik, yakın tarihi sömürge ülkelerinde kanlı sahnelerle dolu. Savaş ortamlarında ne gibi “önlemler” aldıklarını kaynaklardan bulmak hiç de zor değil. Bütün bunlara baktığımızda amacın Ermenilerin hakkını teslim etmek olmadığı bellidir. Amaç üzüm yemek değildir.

Ermeniler Osmanlı toplumunda nitelikli bir nüfusu oluşturmaktaydı. Gerek devlet kademelerinde, gerekse el sanatları ve ticaret gibi işlerde yoğunlaşıyorlardı. Bu da onların nüfuslarına oranla oldukça etkili olmalarını sağlıyordu. Osmanlı toplum yapısı içinde bunda yadırganacak bir şey yoktu. Fakat savaş koşulları ve propaganda savaşları birçok şeyi değiştirdi. Dünyanın çeşitli ülkelerine göç eden Osmanlı kökenli Ermeniler, tahminen gittikleri yerlerde de nitelikli bir nüfusu oluşturuyorlar. Batı kamuoyunda nüfuslarına oranla etkili bir lobi faaliyeti yürütüyorlar. Bu da lobi faaliyetinin önemini sürekli olarak gündeme getiriyor. Tabi Türk insanı Batı dünyasında nerede lobicilik yapsa maça bir sıfır yenik başlıyor. Fakat bu durum, faaliyetin önemini azaltmıyor, aksine artırıyor.

Ermeni halkının I. Dünya Savaşı hengamesinde çektiği sıkıntıları ve uğradıkları kayıpları inkar etmek anlamsızdır. Esasen söz konusu olan sivil ahaliyse orada dinleri veya sayıları önemli değildir. Milis güçlere, işgalcilere katılanlarla sivil halkı aynı kefeye koymak bizim dinimizde, kültürümüzde olmayan bir şeydir. Ne yazık ki savaş, günümüz dünya kültüründe “hukukun askıya alınması” olarak algılanıyor. Irak işgalinde milyondan fazla sivil öldü. Guantanamo hapishanesindeki mahkumların durumunu hatırlayalım. Onlara en temel insan hakları fazla görüldü. Ve dönemin ABD başkanı bunu böyle açıklamaktan çekinmedi.

I.Dünya Savaşında kim kimi öldürmüş, nerede soykırım yapılmış bu araştırma genel olarak her yerde yapılıyor olsa bir diyeceğimiz yok. Biz burada uluslararası bir mahkeme kurmak değil, hakkaniyete uygun düşmeyen bir durumu vurgulamak istiyoruz. İnsanların eşitliğini kabul ediyorsak, o zaman Ortadoğu ve Balkanlarda en büyük kayıpları hiç kuşku yok, Türkler ve Müslümanlar vermiştir. Bu da Osmanlı Devletinin parçalanmasının ve yıkılışının doğal bir sonucudur. Batı dünyasından, Türk ve Müslümanların da büyük sıkıntı çektiği, katliamlara maruz kaldıkları yönünde küçük de olsa bir açıklama görmek istiyoruz. Böyle bir açıklama, o zaman neler olmuş olabileceği konusunu anlamamıza yardımcı olacaktır. Ne yazık ki açıklamanın olmaması da aynı ölçüde yardımcı olmaktadır. Kendini savunmak kolaydır. Ötekini savunmak erdemli bir davranıştır.