1995'in soğuk bir kasım ayında, Allah'ın (c.c.) burada bana takdir ettiği, lütfettiği kadarki rızkı almak maksadıyla Almanya'ya geldim. En kısa sürede, ortaokul sıralarından beri öğrendiğim, ya da öğrendiğimi sandığım Almancamı geliştirmeye çalıştım. Evet, geldiğim ülke, 1982"de devraldığı iktidarı, her türlü oyunla ve birazda elindeki iktidar gücünü kullanarak elinde tutan, iktidardaki başbakan Helmut Kohl'ün ülkesi Almanya idi. Kohl için fazla söz söylemeye gerek yok. İran-Irak savaşı sırasında, her iki tarafa da silah satıp Müslümanların birbirine kırdırılmasından ülkesi rant sağlayan, başbakan. 1975"den sonra doğan ve siyasete kıt sıt aklı yeten çocuklar, 1998"de, seçimi kaybedip iktidardan ve CDU başkanlığından uzaklaştığında, " Heee, kann man ihn (Helmut Kohl) abwählen" (= Helmut Kohl, seçimle iktidardan uzaklaştırılabiliyor muydu?) şeklinde sorularla öğretmenlerini oldukça güç durumlarda bırakmışlardı. Öyle ya, 1975"de doğup okula başlayan çocuklar, üniversiteye gelene kadar, tamı tamına 16 yıl, aynı şahıs Almanya başbakanı idi. Neler yapmamış tıki bu Kohl; Avrupa"ya, Avrupa olduğunu hatırlatmış, 2. Dünya savaşı sonrası zoraki ayrılan iki Almanya" yı tekrar birleştirmiş ve bununla, eski Sovyetlerdeki çöküşe hız kazandırmış idi. Ve bu şahıs, seçimi kaybettikten sonra, 16 yıl başbakanlık yapmış biri olarak, sorumluluğu bütünüyle kendi üzerine alıp, parti başkanlığından istifa etme onurunu gösterebiliyordu.
İktidar olduğu dönemde Almanya Cumhurbaşkanı olan Karl Carstens ile başlayan süreç içerisinde, en son Roman Herzog ile biten üç cumhurbaşkanı görmüştü Helmut Kohl. Düşünebiliyor musunuz, başbakan normal yollarla yani demokratik seçimlerle iktidarda ve bu süreç içerisinde yine normal yollarla o dönem içerisinde üç Cumhurbaşkanı seçiliyor ve daha o cumhurbaşkanlarından biri de görevine ikinci defa seçiliyor. Yani Richard von Weizsäcker ikinci defa seçilmese, bir başbakan 16 yıllık iktidarı döneminde 4 cumhurbaşkanı görecek. Haa bizde mi, sadece C.Başkanı Sezer dönemine bakmak yeterli. 7 yıllık cumhurbaşkanlığı dönemi ve 3 başbakan. Ecevit, Gül ve Erdoğan. Eğer 2002 seçimleri sonrası koalisyon hükümetleri gelmiş olsa idi, bu sayının artacağından hiç şüphemiz olmazdı.
.
Eylül 1998"de, Almanya'da canlı olarak ilk genel seçimlere, yani federal parlamento seçimlerine tanık oldum. Tuhafıma giden, partilerin seçime giderken, genel kurul yapıp, içlerinden kimin başbakan adayı olarak, seçime katılacağını belirliyor olmaları idi. Öyle bizdeki gibi genel başkan önderliğinde seçimlere katılmak diye bir kuralları yoktu. SPD ve FDP oldukça dikkatimi çekmişti. Delegeler, federal bazda genel kurul yapıp, kimin başbakan olarak aday gösterileceğini oyluyorlardi. En çok ilgimi çeken ise, SPD deki oylama idi. Başbakan adayı olarak, parti genel başkanı olmayan, ancak Aşağı Saksonya eyaletinin başbakanı olan, Gerhard Schröder başbakan adayı olarak çıkmıştı. Tuhaflıklar bununla da bitmiyordu. SPD başbakan adayını tayin ettiği genel kurulu, Leipzig"de yapıyordu ve Leipzig, Almanya"nın başkenti değildi. Birden aklıma geldi. Ankara"da fakülteyi okuduğum yıllarda, kaç tane parti genel kuruluna şahit olduğum, 19 Mayıs stadının yanındaki spor salonunun kaç partinin genel kuruluna ev sahipliği yaptığını, o delegelerin ve izleyicilerin, Anadolu"dan başkente otobüslerle gelmeleri gözümün önünde canlanıvermişti. Ve o zaman, kendi kendime sormuştum. Neden bizde de partiler genel kurullarını taşrada yapmazlar, neden adı sanı duyulmamış Bilecik ilimiz, vatanın en ücra sınır kapısı olan illerimizden Artvin"de yapmazlar diye kendi kendime sormuştum.
Ankara'da, üniversite hayatımız geçtiği için mi, yoksa o kirli, dumanlı havayı teneffüs ettiğimizden mi olsa gerek ya da Ankara'nın suyundan mı, bilemem artık, siyasete ilgimiz Almanya'da da devam ediyordu. Tabiî ki ben şok üstüne şok yaşıyordum. Bu arada, 1997"de 28 Şubat süreci ile başlayan Refah-DYP koalisyonu, ilginç milletvekili transferleri ile son bulduruluyor ve postallar altında, ANASOL-M iktidarlarına mahkum ediliyorduk ve de seçmenin % 20'ye yakınının oy verdiği bir parti sudan bahanelerle Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılıyor, işin en ilginç yanı ise, kapatılacak olan partinin o zamanki lideri de, gelip orda savunma veriyordu. Diyemiyordu ki, sen kimsin ne oluyorsun da beni yargılıyorsun? Ben varlığını demokrasiye, seçmene dayayan bir partiyim diyemiyordu.
Almanya'ya geldikten sonra, yaşadığım ilk genel seçimlerden sonra, 1999 yılında ilk cumhurbaşkanlığı seçimini yaşayacaktım. Oda ne, bir anda karşıma bu güne kadar hiç duymadığım bir kurum çıkıvermişti. Federal parlamento(=Bundestag), Eyalet Parlamentosu(=Landtag), Eyaletler Komisyonu (=Bundesrat) derken şimdide Bundesversammlung (=federal meclis) diye bir kavram karşıma çıkıvermişti. Meğer bu meclis, sadece cumhurbaşkanını seçmek için toplanırmış. Üyelerinin yarısı, Federal parlamento üyelerinden oluşurken, diğer yarısı da, eyalet parlamentolarındaki üye oranınca, bu parlamentolara üye olmayan seçilmiş delegelerden oluşurmuş. Bundaki amaç da, eyaletlerdeki, siyasi yapıyı, cumhurun başkanı olacak kişinin seçimine yansıtmakmış. Bir diğer amaçta, ülke barajı nedeniyle, federal parlamento da temsil edilemeyen küçük partilerin bu sayede cumhurun başı seçimi için oy haklarının kaybolmamasını sağlamakmış. Başbakanı seçerken değil, ama Cumhurbaşkanını seçerken böyle bir uygulama!!!. Bir yaşıma daha girmiştim!!!. Çok daha ilginci, aday gösterme süreci, öyle büyük bir nezaket içerisinde geçiyordu ki, her parti kendi adayını belirlerken, bu makama layık olup olmadığını uzun uzun tartışıyordu. Öyle uzlaşı falan, ortak aday gösterme gibi laflar edilmiyordu. Çok daha ilginci, küçük partiler, bağımsız aday gösterip şanslarını deneyebiliyorlardı.
Seçimlerde öyle aham şaham bir oy oranı aranmıyordu. Sadece ilk iki turda salt çoğunluk (Bundesversammlung'u olusturan üyelerin salt çoğunluğu) üçüncü turda ise seçilmek için basit çoğunluk yetiyordu. Yani en fazla üç tur yapılıyordu. Aklıma, elbette en yakın olarak o dönemdeki rahmetli Turgut Özal'ın ve Demirel'in adaylığı geldi. Aman yarabbi ne kavga, ne gürültü, kızılca kıyamet. Seni oraya çıkarmayacağız, çıktığınız gibi indireceğiz v.s. v.s. ağıza alınmayacak laflar.
.
Almanya'da seçilen cumhurbaşkanlarında bir şey benim dikkatimi bilhassa çekmişti. Seçim aşamaları bittikten sonra, meclis başkanı, o anda hazır olan cemaatin huzurunda, yeni seçilen cumhurbaşkanına, meclis tarafından cumhurbaşkanı olarak seçildiğini ve bu görevi kabul edip etmediğini nazikçe bir şekilde soruyordu. Öyle laiklik ve devrim ilkeleri benzeri ilkeler üzerine yemin etmiyorlardı. Konuşmalarına başlarken, ben artık tüm Almanya'nın ve bu ülkede yaşayan herkesin cumhurbaşkanıyım diyebiliyorlardı.
Johannes Rau"nun, Almanya'nın 8. Cumhurbaşkanının teşekkür konuşmasından alıntı: ..... Cumhurbaşkanlığını kabul ettiğimi, bütün her sınırın ve farkların üstünde tüm Almanya'nın cumhurbaşkanı olduğumu, burada yaşayan her insanın, hatta Alman pasaportu olmayan ancak burada yaşayan ve calışan insanların (dikkat ediniz (yabancılar = Ausländer) kelimesi kullanılmıyor) da muhatabı olduğumu..... diye devam ediyor konuşma. *
Horst Köhler"in, Almanya"nın 9. Cumhurbaşkanının teşekkür konuşmasından alıntı:
Ben burada yaşayan her insanın ve bütün Almanların cumhurbaşkanı olmak istiyorum. Ve konuşmasını şöyle bitiriyor Horst Köhler ; Allah ülkemize hayırlı eylesin .**
Bizim son cumhurbaşkanımızın yapmış olduğu konuşmadan alıntı yapmıyorum, sadece linki veriyorum ki karşılaştırabilesiniz diye.***
Bu açıdan başka söze gerek yok.
Siyasi olarak, bakıldığında, Almanya"daki belki de en ilginç seçim, 2004 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimi idi. 2004 yılında SPD iktidar olmasına rağmen, çok az bir farkla, muhalefet partisi CDU'nun adayi Horst Köhler Cumhurbaşkanı seçilmiş idi. Bu da yukarıda bahsettiğimiz, siyasi durumun değişikliği ve bunun Cumhurbaşkanını seçen federal meclise yansıması ile izah edilebilir. Federal parlamentoda çoğunluk SPD ve yeşiller partisinde iken, eyaletlerde durum tersine dönmüş, çoğu eyalette, CDU ve CSU iktidara gelmiş idi. Değişen bu siyasi konjuktürün cumhurbaşkanı seçimlerine yansıması, yansıtılması sağlanmıştı.
Son olarak tabiî ki basit bir karşılaştırma için her iki ülkenin cumhurbaşkanlığı makamlarının internet adreslerini veriyorum ki, aradaki fark daha da açıkça görülebilsin diye.
Bu Almanya'nın cumhurbaşkanlığının adresi:
Bu da bizimki:
Son bir cümle ile bizde gelinen noktaya değinmek istiyorum. Eğer ki, TC Anayasası, cumhurbaşkanlığı için seçim yerini meclis olarak göstermiş ise, bunun yeri meclis olması gerekiyor idi. Ancak, İttihat ve Terakki döneminden, hatta daha da geriye gidip tanzimatla başlayan Türk siyasi hayatındaki, tefessüh, bu güne kadar sallapati bir şekilde, halk uyutularak, örtbas edilmeye çalışılmıştır. Eğer halk uyumayı kabul etmiyorsa, idamlarla, silah zoruyla, uyumaya mecbur bırakılmıştır. Ancak, sistemdeki çürüme, Anayasaları oluşturma metodlarındaki oyunlar ve keyfilik, Yüksek mahkemenin vermiş olduğu karar, maalesef benim ülkemin güzel insanlarını şimdilerde iki kampa ayırıp düşman yapmakta. Bu meclis maalesef, muhalefet partilerinin keyfilik ve iki yüzlü tutumları yüzünden, bu çürümeyi durdurma imkânına sahip iken, bu imkanını kullanamamıştır. Başta cumhurbaşkanlığı olmak üzere, TBMM"yi, Anayasa Mahkemesini ve askeri makamları (dikkat edin yukarıdaki Almanya"dan anlattığım olaylar içerisinde bir tek asker kelimesi geçiyormu) Anayasayı ve bunları yazan-okutan profesörlere olan güveni sarsmıştır. Nasıl sarsmasın ki; Ben Oya Araslı"dan ders aldım. Anayasa Profesörüm o idi. Bugün CHP"nin milletvekili. Tekrar aday değil ama olsun. Eğer bu cumhurbaşkanlığı sürecinde yaşananları onun sınavlarında, sınav kâğıdına yazsa idim, inanın bana okulu bitirtmezlerdi. Bu husus, kaynak olarak kitaplarını okuduğumuz diğer hocalar içinde geçerlidir. Neden sus pus oldular? Derslerinde demokrasiden ahkâm kesenler nereye gittiler?
Anaysa değişikliğinin, görev süresi biten bir cumhurbaşkanı tarafından veto edilerek, siyasi iradenin önünü tıkaması sebebiyle, cumhurbaşkanını halkın seçmesi de suya düşmüş gözüküyor.
Artık cumhurbaşkanını yeni meclis seçecek gibi görünüyor. Ancak, en tepedeki bu kurum yara almıştır. Kim gelirse gelsin, bundan sonra halkın gözünde orası, 7 yıllık bir memuriyetten öteye geçmeyecektir. En azından benim görüşüm bu.
Selam ile
***http://www.cankaya.gov.tr/tr_html/KONUSMALAR/16.05.2000-3247.html