Arap ve İslam kamuoyunun büyük kısmı 1960’ların başından bu yana ABD’ye olumsuz gözle bakıyor. ABD’nin Arap ve İslam ülkelerinin rejimleriyle ilişkileri bir yana, Arap Müslümanlar Amerikan politikasının İbrani devleti yanlısı olduğunu ve hegemonya etkenlerini barındırdığını düşünüyor. Washington’la sağlam ilişkileriyle bilinen Türkiye gibi ülkelerde de, koalisyon yılları Amerikan politikasının dürüstlüğüne dair kuşkuları derinleştirdi.
Fakat Arap ve İslam ülkelerinin Amerikan politikalarına yönelik olumsuz bakışı, eski ABD başkanı George W. Bush’un iki döneminden önce düşmanlık noktasına varmamıştı. Bush Beyaz Saray’a geldiği ilk günden itibaren Filistin’deki denk olmayan çekişmenin alevlenmesinin sonuçlarına ilgisiz kaldı ve İsraillilere Filistin intifadasını yenilgiye uğratma fırsatı vermeye dayalı bir siyaset benimsedi. 11 Eylül saldırıları gerçekleştiğinde Bush yönetiminin politikaları ve söylemi, Arap ve Müslümanlara karşı ilan edilmiş
ve edilmemiş savaş düzeyine kadar vardı.
10 yıl kanla boyandı
Bush’un Washington’u, 11 Eylül’e sorumluluğu planlayıcı ve uygulayıcılara yüklenmesi gereken terörist bir saldırı olarak bakmadı. Yönetim saldırıları hem rejimleri ve halkları kapsayan, hem de Arap ve Müslümanların değerleri, inançları, tarihi ve kültürüyle ilişkili bir konu olarak gördü. ABD’nin yanıtı sadece Kaide ve onla bağlantılı grupları değil, aynı zamanda bir kısmı Washington’la işbirliğiyle bilinen ülkeleri de hedef aldı.
ABD sonuçta Arap ve Müslümanlara kapsamlı bir ‘Haçlı savaşı’ ilan etti. 11 Eylül’ü gerçekleştirenlerin doğduğu siyasi bağlama bakılmadı. Müslümanların eğitim programları suçlandı. Kuran bile hedef alındı. İslami yardım örgütleri suçlandı; güvenlik organları ABD’deki Müslümanların kurumlarını birbiri ardına kapattı.
Amerikan savaş makinesi 21. yüzyılın ilk on yılını ölüm, yıkım ve insan değerlerin hor görülmesiyle boyadı. 11 Eylül’ü Taliban hükümeti gerçekleştirmedi, ancak sorumluk ona yüklendi. Sadece Kaide’nin peşine düşmek yerine bütün Afganistan’a savaş açıldı. Taliban düşürüldü ve Afganistan işgal edildi. İsrail’de dönemin Şaron hükümetine Filistinlilerin kemiklerini kırması için yeşil ışık yakıldı. 11 Eylül’le ilişkisi olup olmaması göz ardı edilerek Irak’a savaş açılması, rejiminin yıkılması ve ülkenin işgal edilmesi için hazırlıklar başladı.
Irak savaşının ve işgalinin, diğer komşu rejimlerin devrilmesinin öncüsü olduğu sır değil. Bu savaş kısa sürdü ve maliyeti yüksek değildi, ancak işgal uzun sürdü ve insani, askeri ve mali açıdan Iraklılar ve Amerikalılar ağır bedel ödedi. İsrail’in 2006’da Lübnan’a açtığı savaşı ve 2008 sonundaki Gazze savaşını da, Bush yönetiminin Arap ve İslam dünyasına yönelik politikalarından ayırmak zor. İsrail Lübnan’da skandal bir yenilgiye maruz kaldı, Gazze’deyse başarısız oldu. Her iki durumda da Arapların Amerikan politikalarına olumsuz bakışı güçlendi, Hizbullah’ın ve Gazze’deki Hamas hükümetinin konumu güçlendi.
Bush’un politikaları ABD’nin saygınlığına son verdi. Bu politikalar Arap-İslam alanında derin bir acı ve ağır ölçekli bir düşmanlık bıraktı. Bush yönetiminin devlet harcamalarını azaltması öngörülürken, sonuçları hesap edilmemiş savaşlar sebebiyle federal hükümetin harcamaları arttı. Bankacılık sisteminin çökmesinin yanı sıra biriken borçlar Amerikan ekonomisini çökertti. Üstelik Amerikan ekonomisindeki kriz uygunsuz bir zamana denk geldi.
Zira kapitalist Batı rejimlerinin geçmişte rakipleri yokken maruz kaldıkları büyük krizlerin aksine, bu kriz dünya Çin’in ekonomik yükselişine sahne olurken patlak verdi. Ne var ki, ABD’nin karşılaştığı tek sorun Çin de değil. Bush yönetimi 2003-2005 arasında Rusya’yı abluka alma ve jeopolitik nüfuzunu geriletme stratejisi izledi. Fakat Amerikan savaş politikası tökezlemeye başlar başlamaz, Rusya derhal Gürcistan, Ukrayna ve Gürcistan’da yanıt verdi. Ayrıca Beyaz Rusya ve Kazakistan’la da gümrük birliği anlaşması imzaladı.
Yüzeysel bir hamle yetmez
ABD’nin önünde uluslararası stratejisini gözden geçirmek için geniş bir manevra alanı da yok. Washington’ın Çin’in yükselişinin ve Rus gücünün kendine gelmesinin yol açtığı sorunlarla mücadele etmesi gerekiyorsa, Barack Obama yönetimi işe Arap ve İslam dünyasıyla ilişkilerini yeniden inşa etmekle başlamalı. Bunu sadece sadece genel bir diplomatik hamleyle değil, somut değişimlerle de yapmalı.
Arap ve İslam ülkeleri ve halklarıyla olumlu ilişkileri geliştirmenin, hatta Arap ve Müslümanlarla uzun vadeli koalisyon kurma girişiminin, ABD’nin Irak’tan çekilmesinin kolaylaşmasına ve Afganistan’daki savaşın yükünden kurtarılmasına katkısı olur. Bu strateji, ABD’yi enerji kaynakları üzerinde söz sahibi kılar; Rusya, Çin ve Hindistan’la stratejik komşuluğa yol açar ve en önemli stratejik yolların kesişimindeki varlığını garanti eder. (Katar gazetesi Arap, 29 Nisan 2010)
Kaynak: Radikal