Ramallah’taki Filistin Yönetimi’nin izlediği siyaset ancak İsrail iradesine, müzakere yanılgısına, uluslararası baskılara ve vaatlere tam teslimiyet olarak nitelenebilir. Hatta ABD’yle İsrail arasındaki düşük dereceli gerginlik nedeniyle güç dengesinde bir parıltı ortaya çıkmasına, İsrail politikalarının Batı kamuoyunda ifşa edilmesine veya Filistinlilerle Arapların hareketlenmesine rağmen, Filistin Yönetimi kendi ayaklarına kurşun sıkıyor.

Filistinlilerin ve Arapların müzakere sürecinin canlanacağına dair umutları, Barack Obama’nın ABD başkanı seçilmesiyle artmıştı. Eski başkan George W. Bush döneminde Amerika’daki iç şartların çöküşü, Bush’un İsrail’in tarafını tutması ve İsrail’deki Ehud Olmert hükümetinin de sendelemesi nedeniyle kayda değer bir ilerleme umudu yoktu. Sorun, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ve yeni gölgesi Selam Feyyad’ın temsil ettiği hükümetin müzakere seçeneğine bağlı kalarak bütün diğer seçenekleri kenara koymasıydı.

Yerleşim şartını Obama koştu
Filistin Yönetimi’nin bu tutumundan dolayı, Obama’nın başkan seçilmesi arzulanan umut oldu. Obama yönetimi Arap ve İslam kamuoyuna yönelik büyük bir kampanya başlattı. Yeni başkan bu kampanyaya paralel olarak önemli siyasetçi George Mitchell’ı Arap-İsrail barış görüşmeleri ve özellikle de Filistin süreci konusunda görevlendirdi.

Söylentilerin aksine, yerleşimciliğin durdurulmasını müzakerelerin başlaması için şart koşan taraf Abbas hükümeti değil, Obama yönetimiydi. Fakat bu yerleşimleri ne Obama, ne Filistin Yönetimi, ne de Arap ülkeleri geçici de olsa durdurabildi. Bu arada Obama ilk yılını ABD’nin sağlık sisteminin düzeltilme-siyle ilgili planını kabul ettirmekle geçirdi. Zira bu alandaki vaatlerini gerçekleştirmezse yönetiminin başarısız bulunacağını biliyordu. Diğer yandan yönetimin Afganistan ve İran gibi dış politika önceliklerindeki adımları bile hesapta olmayan sayısız engelle karşılaştı.

Obama yönetiminin karşılaştığı sayısız iç ve dış zorluğun farkında olan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ysa, İbrahim camiini Yahudi kültürünün parçası olarak gören bir karar çıkardı. Bu durum Türkiye başbakanının öfkeli açıklamasının dışında İslam dünyasında kayda değer yankı bulmazken, Mescid-i Aksa’ya bitişik bir sinagogun açılması ve o civarda bir başka sinagogun inşaa edilmesi kararı geldi. Bu iki adımı da, Netanyahu’nun Batı Şeria’daki yerleşimleri geçici olarak durduracağına dair ABD’ye verdiği vaadin büyük Kudüs’ü kapsamamasından hareketle, Kudüs’te binlerce yeni konut inşaatının ilanı izledi. İsrail’in kışkırtıcı kararlar serisi Kudüs’te gösterilerin patlak vermesinin yanı sıra Kahire, İstanbul ve Cakarta’da da protestolara yol açtı.

Netanyahu, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden Filistinlilerle müzakereleri başlatmak için İbrani devletine vardığı anda Kudüs’te yeni konut inşa edileceğini açıklayarak Obama yönetimiyle çatışmayı seçti. Netanyahu hükümeti sadece ABD’yi aşağılamakla kalmadı, aynı zamanda ikili ilişkileri sanki süper devlet olan İsrail’miş, ABD de onun Ortadoğu’daki ekipmanıymış gibi yeniden çizdi. Benzer politikalar geçmiş ABD yönetimlerinden sert tepki almıştı. Amerika’nın bu seferki yanıtı İsrail’in tutumuna yakınlığıyla bilinen Dışişleri Hillary Clinton’dan ve ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General David Petraeus’tan geldi.

Böylece Filistin Yönetimi’nin önünde bir anda bir dizi olumlu gelişme toplanmış oldu. Bu durumun Ramallah’ı müzakereye yönelik siyasi ve ahlaki bağımlılığını gözden geçirmeye sevk etmesi gerekirdi. İbrani devletinin Batı kamuoyundaki itibarı görülmemiş derecede azalmış durumda ve İsrailliler Türkiye’yle koalisyon ilişkisini neredeyse tamamen kaybetti.

Kudüs’teki yayılma durmayacak
ABD-İsrail ilişkilerindeki kriz ve Obama yönetiminin Afganistan ve İran konusunda Müslümanların anlayışına duyduğu ihtiyacın artması, Filistin sokaklarının Netanyahu hükümetiyle yeni bir irade savaşına girmeye hazır olduğu bir döneme denk geldi. Kudüs, el Halil ve Nablus’ta gösterilerin başlamasıyla birlikte, Filistin Yönetimi en azından müzakere şartlarının iyileştirilmesi için İsrail üzerinde ek baskı oluşturmak amacıyla yeni bir intifadayı düşünebilirdi. Hatta Obama yönetiminin tutumunu güçlendirebilirdi. Fakat ne ülke dışını turlayan Abbas, ne de Batı Şeria içinde baskı politikasına bağlı olan Feyyad politikalarını gözden geçirmeye hazır görünüyor.

ABD-İsrail ilişkilerindeki gerginlik gerçek ve ciddi. Ancak İsraillileri Kudüs’te inşaatların yanı sıra kentteki Arap varlığını silip Yahudi çoğunluğunu dayatma politikasını sürdürmekten alıkoymayacak. Bu politikayı sadece Likud değil, bütün İsrail partileri destekliyor. Netanyahu hükümetinin Biden’a hakaret etmesinden dolayı Obama yönetiminden özür dilemek zorunda kalacak, ancak Kudüs’teki yerleşimci yayılmadan vazgeçmeyecek. (Katar gazetesi Arap, 25 Mart 2010)

Kaynak: Radikal