Yunanistan’ın borç krizini Ebola virüsüne benzetmek pek hoş değildi, fakat eski Meksika maliye bakanı Angel Gurria bulaşıcı hastalık ve mali marazla ilgili bir şeyler biliyor. “Hastalığı fark ettiğinizde, hayatta kalmak için bacağınızı kesmeniz gerekir” diyordu. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) başkanı olarak, vaktiyle Almanya’nın inatçı başbakanı Angela Merkel’in yanında verdiği bu mesajın önemi er geç anlaşılacaktır.
Gurria, Yunanistan’a IMF ve AB’den acil kredi yönünde yeni sözler verilmesinin doğru olmadığını söylüyor. İster halihazırda kabul edildiği gibi 45 milyar dolar verilsin, isterse kısa süre sonra 100 milyar dolar daha gönderilsin (söylentiler bu yönde), söz konusu krediler nafile ilaçlardan ibaret. Virüsün yayılmasını önlemiyorlar. Bunu yapmanın tek yolu, avronun Yunanistan bacağını kesmek: Başka bir deyişle, bu ülkeyi ortak para biriminden çıkarmak.
Sorun siyasi birlik değil
Bütün bu Yunan trajedisi, Lehman sonrası resesyonun esasen bir Amerikan vakası olduğunu ve şu müfrit Anglo-Saksonlarla kıyaslandığında kıtanın iş yapma tarzının üstünlüğünü gösterdiğini düşünen Avrupalılar için gurur kırıcı olmalı. Şu an ABD ekonomisi toparlanıyor ve dünyanın en hasta kıtası gibi görünen yer Avrupa.
Ekonomisi zayıf ve Yunanistan’dan İspanya, Portekiz ve belki İtalya’ya yayılacağa benzeyen borç krizi, Avrupa’yı yeni bir vahim resesyona sürükleme riski taşıyor.
Yunanistan’ın sorunlarının ve hastalığın bulaşma tehlikesinin ardında üç acı gerçek yatıyor. Mesele avro taraftarlarının dile getirdiği ‘Avrupa’nın ortak parası bu sorunlarla para birliği siyasi birlikle birleştirilmediği için karşı karşıya kaldı’ tezi değil. Avrupa’da hiçbir siyasi birlik biçimi Yunanistan’ın son 10 yıldaki harcama veya muhasebe hilelerini kontrol edemez ya da şu an Portekiz ve İspanya’da tanık olunan ekonomik sorunları engelleyemezdi.
Hayır, ilk acı gerçek şu: Yunanistan borçlarını ödeyebilecek ve siyasi çöküş yaşamadan ekonomisini diriltebilecekse, hem mali yardıma hem de ekonomisini düzenlemesini mümkün kılacak ilave bir şeye ihtiyaç duyacak. Mali yardım çok büyük olmak zorunda; yani sübvanse edilen krediler veya daha iyisi, borçların müzakere edilerek yeniden yapılandı-rılması gerekecek. IMF ve avro bölgesi borç verenlerinin, bilhassa da Alman-ya’nın talep ettiği bütün katı mali önlem- leri tazmin edecek kadar büyüme sağlaya-cak ve Yunanistan’ı dünyadaki yerini tekrar kazanmaya muktedir kılacak ilave şey, sadece devalüasyon olabilir. Yuna-nistan’ın elinde başka hiçbir araç yok.
İkinci acı gerçek şu: IMF ve AB Yunanistan’a ne kadar cömert davranırsa, Portekiz ve İspanya’nın aynı muameleyi isteme ihtimali o kadar artacaktır; ve Yunanistan’ın borcu yeniden yapılandırılırsa (yani 1980’lerde Latin Amerika’da olduğu gibi, hem sermaye hem de faiz maliyetleri indirilirse), o zaman piyasalar İspanya ve Portekiz’e, bu ülkelerin de kısa süre sonra pazarlık masasına oturacağı beklentisiyle tahvil satacaktır. Güney Avrupa’nın bütünü için böyle bir anlaşma, hem hükümetler hem de kredi verenler için çok daha maliyetli olacaktır. Bu nedenle Yunanistan’a, diğerlerinin kaçınmayı tercih edeceği bir şart dayatmanın bir yolunu bulmak gerekiyor. Böyle bir şart için en iyi adaysa Atina’yı avrodan çıkarmak.
Böyle bir çıkarma kararı siyasi olarak aşağılayıcı, fakat Yunanistan için ekonomik bakımdan faydalı olacaktır.
Bu Portekiz için de geçerli olabilir. Fakat İspanya veya İtalya’nın bu yoldan gitmeyi istemesi çok düşük ihtimal, zira siyaset ve statü onlarda daha baskın gelecektir.
Bununla birlikte bir üçüncü acı gerçek var ki o da şu: Bütün bunlar sadece Güney Avrupa’nın zayıflığının sonucu değil. Yunanistan’ın borç alması Avrupa bankalarının gevşek kredileriyle mümkün oldu: Yunanistan’a verilen borçların yaklaşık yüzde 60’ı Alman, Fransız ve diğer avro bölgesi bankalarından geldi. Bu bankalar borcun yeniden yapılandırılması halinde ciddi zarar görecek. Yunan krizi ayrıca bütün Avrupa ekonomilerinin zayıflığını yansıtıyor, zira Almanya, Hollanda ve Fransa’da talep sağlam olsaydı, Yunanistan’ın devalüasyona bile gerek kalmadan beladan ihracatla kurtulma şansı olurdu. Talebin durduğu ve deflasyonun yaklaştığı bir dönemde böyle bir şans yok.
Almanya gerçekle yüzleşecek
Beğenin veya beğenmeyin, daha zengin olan Kuzey Avrupalılar Yunanistan’ın yeniden düzenlenmesinin maliyetini ve muhtemelen İspanya ve Portekiz’in maliyetlerinin de en azından bir kısmını üstlenmek zorunda kalacak. Bu, gerek mali yardım ve yeniden yapılandırma yoluyla doğrudan, gerekse kendi bankacılık sistemlerindeki kayıplar yoluyla dolaylı şekilde gerçekleşecek. Yanı sıra dişlerini gıcırdatmak ve Yunanistan’ı avrodan çıkarma mecburiyetini kabul etmek zorunda kalacaklar, en azından Atina ortak para birimi kurallarını karşılayabilecek noktaya gelene kadar. Bundan daha önemlisi, kendi ekonomik büyümelerini artırmanın da bir yolunu bulmak zorundalar.
Güçlü ihracat sanayiinden ve nispeten sıkı devlet maliyesinden gurur duyan Almanya, Avrupa’nın ekonomik büyümesini artırma gerekliliğini veya buna dair sorumluluk almayı kabul etmekte zorlanıyor. Almanları daha fazla tüketmeye zorlamak hiç kolay değildir. Fakat zamanla Almanya gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalacak: Güçlü ihracat, ulusal ekonomiyi veya bir toplumu güçlü kılmıyor. İhracat şirketleri güçleniyor, fakat ekonominin kalanında gelirler veya üretkenlik artmıyor. 1990 sonrası Japonya’ya bakmak kâfi. Tüm güney ülkelerinin daralmaya zorlanması halinde Avrupa ekonomisinin bütününe ne olacağını tahayyül etmek de kâfi.
Kurtarıcı Amerikan yöntemi Almanya ve Kuzey Avrupa’nın geri kalanının, kulağa son derece Anglo-Sakson gelen bir şey yapması gerekecek: Deregülasyon, daha fazla esneklik, sadece ihracat sanayilerinde değil ekonominin her dalında teşebbüse daha fazla alan. Avrupa ihtiyacı olan gücü ve dayanık-lılığı, ancak hizmet sektöründe yeni zen- ginlik kaynakları ve sanayilerde yenilik için daha fazla alan yaratarak bulacaktır.
Bu tanıdık, fakat genellikle çöp sepetine atılan bir plan. Almanya son 10 yılın başında hizmetler alanında daha özgür Avrupa ticaretine engel oldu ve AB’nin tavsiyesine rağmen, pek az ülke ekonomilerini açmak konusunda çok fazla şey yaptı. Bir süre için, fırtınalar Wall Street ve Lehman Brothers civarlarında koparken, Anglo-Sakson tarzı herhalükârda ölmüş gibi göründü. Ama öyle değil. Tehlike şu: Aslında ölüm döşeğinde olan Avrupa tarzının ta kendisi. (30 Nisan 2010)
Kaynak: Radikal