Etkileyici haber, Ortadoğu’da şu an epey önemli stratejik dönüşümlerin yaşandığı. Üzücü haberse, Mısır’ın ringin dışına çekilip izleyici sıralarında oturmakla yetinmesi sonrası bu dönüşümlerde taraf olmaması. Klasik süper devletlerin dünyadaki olayları hareket ettiren birçok ipe hâlâ hükmettiği doğru, ancak büyüyen ülkelerin sorunla-rın akıbetini belirlemede inkâr edilemez bir varlığı olduğu da bir gerçek. Hatta bu alanlarda bu ülkelerin yokluğunda kararlar alınması imkânsızlaştı.
Brezilya Dışişleri Bakanı Celso Amorim’in 15 Haziran’da yazdığı bir makalede dile getirdiği temel düşünce de buydu. Amorim’e göre, küresel mali kriz Latin Amerika (Brezilya, Arjantin ve Meksika), Afrika (Güney Afrika), Asya (Çin, Hindistan ve Türkiye) arasında dağılan gelişen ülkelerin rolünü ortaya çıkardı. Bu ülkeler artık mali sorunlar, çevre ve uluslararası ilişkiler konularında söz sahibi. Bunun son örneği, Brezilya ve Türkiye’nin İran’ın nükleer programıyla ilgili sorunu çözme girişimiydi.
Batı şaşkınlık içinde
Bu adım yeni güçler arasındaki işbirliğini kanıtladı. Klasik güçler güneyin sesinin yükselmesi gibi bir sürprizle karşılaşınca girişimi görmezden geldi ve İran’a yaptırım dayatılmasını tercih ettiler. Bu durum, ‘imtiyaz sahipleri’nin uluslararası gündem üzerindeki tekellerini sürdürmekteki ve Soğuk Savaş sonrası dünyada yaşanan değişim rüzgarına direnmekteki hırsını ispatlıyor.
Diğer yandan, Batı ekonomik kriz içindeyse, Arap dünyası da Mısır’ın 1979’da İsrail’le uzlaşmasından bu yana sahneden çıkışından kaynaklanan bir boşluk kriziyle mücadele ediyor. Bu dönemde Arap dünyası bir labirent sürecine girdi, başsız bir beden haline geldi. Türkiye, liderlik mevkiinin boşaldığı bir zamanda bölgede esaslı rol oynamaya ehil oldu. Böylece İran’ın önemli rolünü de solladı. 30 yıllık İslam devrimi deneyimi, siyasi ve mezhepsel tehlikelerin İran’ın Arap dünyasında hoş karşılanmasını engellediğini gösterdi. Bu nedenle İran bazı alanlarda rol oynayabiliyor, bazılarında oynayamıyordu. Bu bağlamda, Türk rolünün bütün alanlarda ilerlemesinin önü açıktı.
Türkiye’nin yükselişine destek olan ve coğrafi konumla tarihi arka planının hususiyetini aşan üç etken söz konusu:
İlki, Türkiye’ye cazibe ve itici güç sağlayan demokratik model ve bu ülkeyi kendi bölgesinde muteber bir ekonomik güç kılan ekonomik kalkınma. İkincisi, halk desteğinin AKP’ye çoğunluğu kazandırarak, hükümete ilk kez başta ABD ve İsrail olmak üzere klasik müttefiklerle ilişkide kısmi özgürlük sağlamasıydı. Halk desteği AKP hüküme-tini dış yönetimin rehini olmayan siyasi kararlar almakta özgür kıldı. Ulusal yönetimdeki bu bağımsızlık, Ankara ve Washington’ın İran nükleer projesiyle Hamas’a yönelik tutumlarında da farklılık yarattı. Aynısı Ankara’yla Tel Aviv arasındaki ayrılık için de söz konusu.
Türkiye’nin yükselişine destek olan üçüncü etkense, iktidar sınıfının açık stratejik vizyonu. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bu vizyonun işaretlerini birçok görüşmede şu şekilde belirledi: Türkiye Doğu’yla Batı arasında köprüden ibaret değil; daha büyük bir ülke. Bölgesinde merkez haline gelmeye ve karar sahibi olmaya ehil. Batı’yı da kaderi olarak görmüyor. Batı’yla coğrafya, Doğu’yla da tarih gereği beraber. İstanbul Boğazı’ndan Hürmüz Boğazı’na, Kars’tan Moritanya’ya kadar aktif olabileceğini düşünüyor; bunun için de komşularıyla ‘sorunlarını sıfırlaması’ gerekiyor.
Stratejik açıdan, Ortadoğu’da istikrar ve kalkınma üç ayağa dayanıyor: Arapları temsilen Mısır, Türkiye ve İran. Siyasi coğrafya uzmanı Cemal Hamdan bu üç ayağı bölgedeki ‘güç üçgeni’ olarak ifade ediyor. Araştırmacılar da, Batılı stratejik düşüncenin bu üçgenin kenarlarının birbirine lehimlenmemesinde kararlı olduğunu gözlemliyor. Benim kuşağım, Mısır’ın bölgedeki özgürlük hareketine liderlik ettiği dönemi yaşadı. O dönemde Türkiye ve İran Batı yörüngesinde dönüyordu ve İsrail bu iki ülkenin kendisiyle koalisyonunun Arap dünyasını ablukaya almasına bel bağlıyordu. Fakat son 30 yılda bir devrim yaşandı. İran Batı kampından çıktı ve Türkiye bu kampa karşı bağımsızlığını korudu. İsrail iki önemli müttefikini kaybetti.
Mısır’sa ABD’yle ‘stratejik’ koalisyon kurdu. Böylece güç üçgeninin kenarlarının bütünleşmesi umudu suya düştü. Bu durumun Arap dünyasında oluşturduğu boşluksa Türkiye açısından çekiciydi.
Radikal gazetesinin önemli yorumcusu Cengiz Çandar, Türk-Arap diyaloğu konulu bir sempozyumda, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik gücü artarken Mısır’ın boş bir kale haline geldiğini ve İsrail’in asıl rahatsızlık kaynağının, Kahire’nin yokluğu dolayısıyla Ortadoğu’ya kamp kuran boşluğa Türkiye’nin uzanması olduğunu ifade etti. Çandar’a göre, Tel Aviv-Ankara gerginliği hem Davos’tan, hem de İsrail’in Gazze ve özgürlük filosuna saldırmasından önce başlamıştı. İsrail Mısır’ın Arap sahasından çıkarılma-sının ardından meydanın boş ve rakipsiz kaldığını düşündü, ancak Türkiye’nin yükselişi ve bölge liderliğinde rakip olarak ortaya çıkması nedeniyle şaşırdı. Bu durum İran konusunda da yaşandığı gibi İsrail’i öfkelendirdi; 16 güvenlik anlaşması ve 59 askeri anlaşmayla birbirine bağlı olan iki ülke arasına gerginlik tohumunun ekilmesine yol açtı. Bu tohum İsrail’in uygulamalarıyla beslenerek büyüdü.
‘Mısır diye bir ülke yok muydu?’
Diğer stratejik değişiklikler de şöyle: Türkiye’nin Filistin sahnesine yaklaşması direnişin konumunu güçlendirdi. Davu-toğlu son olarak Türkiye’nin Arapların sağ eli olduğunu ifade ederek yeni bir dil ortaya koydu. Türkiye Körfez İşbirliği Konseyi’yle bir dizi stratejik işbirliği ve serbest ticaret anlaşması imzaladı; bazı Arap ülkeleriyle vizeleri kaldırdı. Suriye, Lübnan ve Ürdün’le yüksek işbirliği konseyinin yanı sıra bireylerin dolaşımı ve mal geçişi için serbest bölge kurulduğunu açıklayarak daha da ileri gitti.
Türkiye, Suriye ve İran arasında somut bir siyasi anlayış söz konusu. Üç ülkenin liderlerinin geçen ay Irak hükümetinin kurulmasını ele almak için biraraya gelmesi bu yöndeki belirgin işaretti.
Şam’daki siyasi çevreler de Devlet Başkanı Beşar Esad’ın yeni stratejik vizyonunu konuşuyor. Suriye bu vizyon kanalıyla dört deniz arasında koridor haline gelmeye çalışıyor. Buna göre, ülke Doğu’yla Batı ve Türkiye’yle Arap dünyası arasındaki bağlantı noktası oluyor. Tüm bunlar temenni ve hayallerden ibaret kalabilir, ancak bugünün gerçeklerinin dünün hayalleri olduğunu, hayal edenlerin hayalgücünü kaybedip koltuklarını sağlama almakla meşgul olanlardan daha iyi durumda bulunduğunu hatırlamak gerek. Gelecekte, bugünün tarihini okuyan bir gencin “O günlerde Mısır diye bir ülke yok muydu?” diye sormasından korkuyorum. (Katar gazetesi Şark, 29 Haziran 2010)
Kaynak: Radikal