Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’yla doğrudan görüşmeyi kabul etmediği sürece İsrail mükemmel durumdaydı. Reddiyeci her zamanki gibi karşı taraftaydı. İsrail’in 1967 sınırlarını kabul etmeyi ve Doğu Kudüs’te inşaatı sürdürürken yerleşim inşası moratoryumunu uzatmayı reddettiği gerçeği, Abbas’ın bir reddiyeci olarak konumunu değiştirmiyordu.

Fakat Abbas doğrudan görüşmeleri reddetmiyor, sadece Netanyahu’nun İspanya Dışişleri Bakanı Miguel Angel Moratinos’a söylediği şeyi kabullenmeyi reddediyor: Netanyahu, yerleşim moratoryumunun 26 Eylül’den sonra devam edemeyeceğini, zira bunun, Abbas’ın ‘gerçekçi olmayan’ diğer talepleri gibi hükümetin dağılmasına yol açağını söylemişti.
O zaman Netanyahu Abbas’ın tam olarak kiminle doğrudan görüşmeler yapmasını istiyor? Hayali bir başbakanla mı?

Kendi koalisyonunun gölgesinden korkan adamla mı?
Arap Birliği Abbas’a doğrudan müzakere ‘izni’ verdi. Tabii ki her şey Abbas’ın belirlediği koşullara bağlı olacak. Prensipte ne Arap Birliği’nin ne de Abbas’ın pozisyonu değişti. Değişen tek şey Abbas’ın ABD’den aldığı ve birliğin doğrudan görüşmelere yeşil ışık yakmasına imkân tanıyan sözdü. Tüm bunların sonucu, Washington-Ramallah-Kahire-Riyad ekseninde, Netanyahu’nun kavrayışının dışında müzakereler yapılıyor.

Netanyahu Kudüs’ün devam eden ‘Yahudileştirmesini’ onaylayıp yerleşim moratoryumunu uzatmamaya söz verirken, birileri gerçek müzakereler yapıyor. Netanyahu şovun ayrıntılarıyla ilgilenirken (müzakareler doğrudan mı, dolaylı mı olsun?), Washington ve müttefikleri içerikle ilgileniyor.

Başbakan Abbas’ın ve Arap Birliği’nin tutum değişikliğini anlamakta zorlanırken ve şartları koalisyon sorunları nedeniyle yerine getiremediğini söylerken, bu hükümetin niçin devam etmesi gerektiğini sorgulayabiliriz. Niçin seçime gidip gerçek ve yeni bir İsrail liderliği oluşturmayalım ki? Bu soruya verilen cevap şu: Seçimden aşırı sağcı bir hükümet çıkacak ve barış sürecini durduracak. Gerçekten mi? Peki şu an ne tür bir hükümet iktidarda? Hükümeti, başındaki adam Filistinlilere doğru bir hamlede bulunsa devrilmekle tehdit eden gerçekten de koalisyon mu? Bu hükümetin karakterini ve politikasını, en sağdaki insanlar belirlemiyor mu?

Netanyahu’nun iyi niyetine inanan hiç kimse, başbakanın aşırı sağın arkasına saklandığı bir cephe haline geldiğini göz ardı edemez. Onlara göre, gerçek savaş çığırtkanlarına değil, bu etkileyici adama darbe vuruluyor. Netahyahu’ya inanmayanlarsa, her şeyin şov olduğunu ve Dişişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın sağ kanadıyla Bibi’ninkinin farklı olmadığını düşünüyor. İki durumda da bu başbakan barış getiremez ve müzakereleri ilerletemez; onun yüzünden İsrail-ABD ilişkileri çökebilir.

Peki ya seçimi Lieberman kazanırsa? Öncelikle onun blöflerinden kurtulacağız ve bu yabana atılacak bir durum değil. Lieberman başbakanken süreç daha hızlı işleyebilir. ABD daha rahat baskı yapacak, halkın kararsızlığı azalacaktır. Lieberman başbakanken, aşırılıkçılık gizlenmek zorunda kalmayacaktır. Sağ hakiki sağ gibi faşist ve ırkçı olacaktır.

Seçimlerden korkanlar bir yalanı yaşamaya devam etmek istiyor; bu yalana göre politikaları aşırı sağ dikte etmiyor; Abbas veya Cumhurbaşkanı Şimon Peres barış düşmanları; kurtuluş da ancak doğrudan görüşmelerle mümkün. Aptallık. Liderlerimiz İsrail’in hızla yuvarlandığı yokuşun ne kadar tehlikeli olduğunu anlayana dek, o yokuş ortadan kaybolmayacak. Bazen, düşüşü durdurmanın imkânsız olduğu durumlarda, en iyisi onu hızlandırmaktır. (İsrail gazetesi, 1 Ağustos 2010)

 

Kaynak: Radikal