Orhan Okay hocamızın İstanbul'un Balat semtiyle ilgili kitabını okurken yaşadığımız ortamların kişiliği konusunu düşündüm. Tanpınar'ın Beş Şehir'ini andıran ama kendine özgü tecrübeleri yansıtan bu kitabı kentleşme, çevre ve toplumla ilgili insanların okumasını isterdim. Bu konudaki başyapıtlardan birisi de Ahmet Turan Alkan'ın Sivas üzerine kaleme aldığı Altıncı Şehir kitabıdır. Bilemiyorum, Sivas Belediyesi veya Valiliği Alkan'a bir ödül vererek şükranlarını ifade etmiş midir?

Büyük adamlar yetişmiyor günümüzde. Diğer adıyla, büyük şahsiyetler. İnsanın şahsiyetli olması, kişisel, özgün özellikler taşıması anlamına geliyor. Oysa artık günümüz dünyasında insanlar daha çok ait oldukları gruplar, çevreler, organizasyonlarla tanımlanıyor. Kişilikle ilgili değerlendirmeler bu çerçevede yapılıyor. Babalarımızdan, atalarımızdan "tevarüs eden" özellikler varsa pek dikkate alınmıyor.

Şehirlerin de buna benzer bir kaderi var. Bina ve çevre ne de olsa daha uzun vadeli ve gözle kolayca görülen özellikler taşıyor. Buna rağmen şehirlerimiz gelişip büyürken nedense onların nüvesi olan, temel karakteristiği olan yapılar, çevre düzenleri, hatta özel tabiat koşulları bile dikkate alınmıyor. Piyasa koşullarının akışı içinde yeni şehirlerimiz hep birbirine benziyor. Şehirlerimize kişiliğini veren yapılara bakın, eski zamanlarda inşa edilmişlerdir; cami, bedesten, saat kulesi, eski evler, vesaire.

Modernist dönemin hızlı kentleşmesi ve bütün o yıkımlardan sonra, belki post modern diyebileceğimiz, geriye dönüp "biz ne yaptık?" diye soran ve harap ettiğimiz semtleri, binaları yeniden canlandıran, restore eden bir akım da var günümüzde. Koruma ve restorasyona büyük kaynaklar ayrılıyor. Vakıflar, Belediyeler, Kültür Bakanlığı ve Milli Saraylar gibi kuruluşlar, tarihi mirasımızı yaşatma yönünde büyük yatırımlar yapıyorlar.

Ben burada Ankara örneği üzerinde durarak biraz umut verici bir tablo sunmak istiyorum. Ankara'da görevli bir dostumuz, bizlere "farklı" yerler göstereceğini söylediğinde açıkçası pek de heyecanlanmamıştık. Çünkü bizim bildiğimiz Ankara Kızılay, Bakanlıklar, Çankaya, Dikmen, Sıhhiye, Ulus aksında tamamlanıyordu. Gerisi hep yeni semtlerden ibaretti. Sıhhiye'den yukarıya çıktık, Hamamönü mevkiine geldik. Mehmet Akif'in hatırasıyla dolu Taceddin Dergâhı muhitindeydik.

Burada sadece söz konusu dergahın bulunduğunu sanmakla hata etmişiz. Çünkü Altındağ Belediyesi burada büyük bir kentsel dönüşüm projesi başlatmış. Eski Ankara şehrini "canlandırma" girişimiyle karşı karşıyaydık. Çünkü bu bölge, Samanpazarı, Ankara Kalesi, Hacıbayram mevkii, Ulus, eski Ankara'nın ta kendisiydi. Bu nedenle Birinci ve İkinci Meclis binaları buradaydı, Ankara tren garı da hemen yakınlardaydı.

Bir araştırmacı grubu sanırım bölgenin kültürel dokusunu, belgelerden, fotoğraflardan çıkarmış. Eski konaklar, evler, dükkanlar, sokaklar bir bir bulunmuş. Bölgede oturanlara da –ki bunlar varlıklı insanlar değil- lütfen oturmaya devam edin denilmiş. Sadece evlerine biraz çekidüzen verilmiş.

19. Yüzyıl sonlarında Ankara'da Merkez Komutanlığı yapmış olan Kamil Paşa'nın Konağı, aslına uygun bir şekilde restore edilmiş, ziyarete açık, isteyen içeride çay ve kahve içebiliyor. Ankaralı köklü bir aileye ait, 1900 başlarına dayanan Kabakçı Konağı'nı, Beynamzade Konağı'nı, yeni haliyle ailecek büyük bir zevkle gördük, gezdik. Kurtarılan mekanlara Kültür Sanat Evi, El Ürünleri Pazarı, Sanat Sokağı gibi işlevler kazandırılmış.

Arnavut kaldırımı yolları, ahşap kapıları, geleneksel avluları, cumbaları, taş duvarları ile, evler, sokaklar adeta geri gelmiş. Kafeler, küçük esnaf dükkanları ve kültür faaliyetleriyle eski zamanlardaki cıvıl cıvıl dünya canlanmış. Sahip çıkıldığı ve iyi kontrol edildiği zaman kültürel varlıklarımızın nasıl korunabileceğine çok iyi bir örnek olmuş.

Buna benzer bir çalışmayı Özal devrinde Çelik Gülersoy, Tayyip Erdoğan'ın Belediye Başkanlığı'nda Şevket Eygi İstanbul'da yürütmüştü. Çamlıca, Hidiv Kasrı, Yıldız ve Emirgan Köşkleri, Ayasofya'da bir sokak, özgün şekliyle canlandırılmış, hizmete açılmıştı.

Ankara Hamamönü mevkiinde başlatılan ve Samanpazarından Kaleye doğru devam eden proje, kapsam olarak gerçekten çok büyük bir proje. Bir tesis, bir sokak değil, bir mahalle, bir eski zaman kenti söz konusu. Bu kadar büyük ve Ankara için anlamlı bir çalışmayı yürütenleri kutlamak gerekiyor. O bölgede çok eski, İstanbul'un fethinden öncelere dayanan Cami ve medrese yapıları da bulunuyor. Böylece Ankara'nın manevi havası, orijinal karakteri yeniden ortaya çıkarılmış oluyor.

"Ankara'nın İstanbul'a dönüşünü severim" diyen Yahya Kemal, Ankara'nın bütün semtlerini dolaşmamış olmalıdır. Veya o döneme atıfta bulunan şairane bir ifade kullanmıştır. Günümüzde Ankara'ya giden birçok "İstanbullu" bu sözü şairane değil de olduğu gibi kullanmaktan hoşlanıyor. Oysa Ankara Kızılay'dan, Dikmen'den, Çankaya'dan ibaret değildir. Orada, bütün o esatiri Anadolu şehirleri gibi, Konya, Bursa, Urfa, Maraş, Diyarbakır gibi kökü eskilere dayanan ruhani bir hava, bir kişilik nüvesi vardır. Erenleri, camileri, medreseleri, bedestenleri, hasılı Anadolu İslam kentlerinin temel özellikleri vardır. Bunları görebilmek için bugünlerde, eski Ankara'ya doğru yürümek yeterlidir.