Avrupa'nın karar alım sürecini bir kez daha manipüle etmeyi becerdiler. Daha önce birçok kez yaptıkları gibi, Kıbrıslı Rum temsilciler, Kıbrıs'la ilgili bir meselede bir Avrupa Birliği kurumunun kararı üzerinde belirleyici tesir oluşturmayı başardılar.
Geçen hafta Avrupa Parlamentosu (AP), AB'yi rehin almak ve birliğin ve üyelerinin uzun vadeli çıkarlarını bölünmüş Akdeniz adasının kendi çıkarlarına tabi kılmak yönünde başarılı bir teşebbüse daha sahne oldu. Peki olan biten neydi?
2004'te Avrupa Komisyonu, Kıbrıs'ın kuzey kısmı ile AB arasındaki ticareti kolaylaştıracak bir öneri sunmuştu zaten. Bundan kasıt, adanın yeniden birleşmesini öngören Annan Planı lehinde oy veren Kıbrıslı Türkleri ödüllendirmekti. Yılan hikâyesine dönen bu Doğrudan Ticaret Tüzüğü (DTT) Kıbrıslı Türklerin izolasyonuna son vermeyi amaçlıyordu, fakat Kıbrıslı Rumların DTT'ye yönelik her tür ilerlemeyi engellemek için veto haklarını kullanmalarından dolayı Avrupa'nın karar alım sürecinde çakılıp kaldı. Bunu yapabildiler, zira Kıbrıslılara ve üye ülkelerin hukuk uzmanlarına göre, ticarete dair kararlar Kıbrıslı Rumlara, onaylamadıkları bütün adımları engelleme hakkı veren Kıbrıs katılım anlaşması temelinde alınmak zorundaydı. Bu ayak diremeye tepki olarak Türk hükümeti, Kıbrıs gemileri ve uçaklarına Türk limanları ve havaalanlarını açmak yönündeki yasal yükümlülüğünü uygulamayı reddetti. 2006'da AB, bu tavırdan dolayı Türkiye'yi cezalandırmaya karar verdi ve üyelik müzakerelerindeki 8 faslı bloke etti. Bu karar Kıbrıs sorununu, Türkiye'nin AB üyeliği yolundaki en büyük engel haline getirmiş durumda. Türkiye'nin üyeliğini savunan herkes için büyük hayal kırıklığı yaratan bir durum bu ve birçok Türk'ün AB'nin dürüstlüğüne ve Türkiye'nin günün birinde birlik üyesi olma ihtimaline güvenini yitirmesinin de en önemli sebebi.
AB karar alım sürecini düzenleyen bir dizi yeni kuralı içeren Lizbon Anlaşması'nın yürürlüğe girmesi sanki imdada yetişecek gibiydi. Anlaşma, AP'ye daha fazla yetki tanıyordu ve buna AB'nin DTT'yi de kapsayan ortak ticaret politikası da dahildi. Yani AP'nin en başta karar vermesi gereken husus, Kıbrıslı Türklerin AB ile ticaret yapmasına izin vermeyi isteyip istemediğiydi. Parlamento'da bu yönde alınan müspet bir kararın ardından, meseleye dair çoğunluk oyuyla karar vermek üye devletlere kalacaktı. Yeni kurallar uyarınca Kıbrıs da veto hakkını kaybetmişti.
Tehlikeyi idrak eder etmez Kıbrıslılar topyekün taarruza geçti. Gerçekten de ada tek derdinin AB içindeki gücünü hem Kıbrıslı Türklerden hem Türklerden tavizler koparmak için kullanmak olduğunu gösterdi. Neticede ortada, "tek bir konuyu mesele yapan bir üye" vardı. Geçtiğimiz altı ay boyunca AP'yi, DTT'nin hukuki dayanağının Lizbon Anlaşması değil, hâlâ katılım anlaşması olduğu (yani; AP'nin hiçbir rolü olmadığı, üye devletler arasında oybirliği gerektiği) şeklindeki Kıbrıs çizgisini kabul etmeye zorlamak için elden gelen ne varsa yapıldı. Kıbrıs'ın AP'deki iki büyük grup (Hıristiyan Demokratlar ve sosyalistler) içinde yürüttüğü lobi ve göz korkutma faaliyetlerinin ardından, Uluslararası Ticaret Komitesi'ni bertaraf etme ve hangi hukuki dayanağın uygulanması gerektiği yönünde AP'nin Hukuk İşleri Komitesi'nin fikrine başvurma kararı alındı. Kullanılan prosedür AP için utanç vericiydi. Taslak halindeki görüş 15 Ekim Pazartesi günü komite üyelerine gönderildi ve birçok parlamenter daha öneriyi okumaya bile fırsat bulamadığını söylemesine rağmen 18 Ekim Cuma günü alelacele Hukuk İşleri Komitesi'nden geçirildi. Liberaller ve Yeşiller aleyhte oy kullanırken, çoğunluk Kıbrıs'ın pozisyonu lehinde oy verdi ve böylece AP, esasen Lizbon Anlaşması uyarınca elde ettiği yetkilerden feragat etmiş oldu.
Benim gibi feleğin çemberinden geçmiş eski diplomatlar için bile böyle manipülasyonları hazmetmek zor. Ne yazık ki bu, gelinen noktada birçok AB siyasetçisinin büyük resmi göremediği ve görmek istemediğinin, AB'nin itibarına hem Türkiye hem de Avrupa vatandaşlarının gözünde halel getiren kısa vadeli kazanımlara teslim olduğunun da bir başka kanıtı. [email protected]
Kaynak: Zaman