Adadaydık. Yaklaşık 25 Yunanlı, Türk, Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk. Şu an Kıbrıs'taki BM barış gücünün yönetiminde olan meşhur eski otel Ledra Palace'ta bir araya geldik. Otel adanın güney ve kuzey kesimleri arasındaki sözüm ona ara bölgede yer alıyor. Türk-Yunan Forumu'nun bu toplantısına ev sahipliği yapmak bakımından kusursuz bir yer, tarafsız bir zemin burası. Forum bir grup eski diplomat, akademisyen ve işadamından oluşuyor; Yunanistan ve Türkiye arasındaki ilişkileri tartışmak ve gözlemlemek için yılda birkaç kez buluşuyorlar. İki ülke arasında iyi ilişkiler gerektiği konusunda hemfikirler, fakat bazen o noktaya en iyi nasıl varılabileceği konusunda fikir ayrılığına düşüyorlar. Kıbrıs sorununun, birbirini dinlemenin ve uzlaşma noktaları bulmanın bütün bölge için daha iyi bir gelecek yaratacağına inanan Yunanlılar ve Türkler için büyük bir pürüz oluşturduğu açık. Ayrım çizgisinin iki tarafındaki insanların büyük bölümü Kıbrıs konusunda konuşmak istiyor, fakat pek azı dinlemeyi becerebiliyor. Bu fasit daireyi kırmaya çalışmak, Yunan-Türk Forumu'nun hedeflerinden biri.
İki günlük toplantılardan öncesine göre daha iyimser ayrıldığımı söylemeliyim. Bunun nedeni katılımcılardan birinin Kıbrıs sorununu ilelebet halledecek mucizevi bir çözüm ortaya atması değil. Böyle bir çözüm yok. Sorun muhtemel seçeneklerin olmaması da değil. Kütüphaneler çıkış yolunu gösteren kitaplar ve raporlarla dolu. Sorun daima şu olageldi: Geçmişteki müzakerelerin hayati anlarında iki taraftan biri, almanın ve vermenin kaçınılmaz sonucu olan, bu yüzden de kusursuz olmayan bir paketi kabul edecek siyasi iradeyi gösteremedi. Gerek Kıbrıslı Rumlar gerek Kıbrıslı Türkler, oyunu bozanın diğer taraf olduğunu izah etmek konusunda hep gayet mahir. İşte bu sebepten Kıbrıs, tarihsel başarısızlıkların yükünün her yeni teşebbüsü, sadece Kıbrıslı olmayanların itimat ettiği bir maceraya dönüşme tehlikesiyle yüz yüze bıraktığı yerlerden biri haline gelmiş durumda.
Ben de o yabancılardan biriyim ve bu kez yeni teşebbüsün işe yarayabileceğine inanıyorum. İki günlük tartışmaların ve belli başlı müzakerecilerle yapılan görüşmelerin ardından, her iki liderin de anlaşmaya istekli ve muktedir olduğu kanısına vardım. Elbette son dakikada (Mart 2010) ve görüşmelerin defalarca çökmenin eşiğine gelmesinin ardından varılacak bu anlaşmaya. Bu kez asıl zorluk, Kıbrıslıları anlaşmanın lehine oy vermeye ikna etmek olacak.
Tahminimce Kıbrıslı Türklerin çoğunluğu lehte oy verecek. Çünkü refah açısından bu onların yararına olacak ve tabi tutuldukları izolasyonu sona erdirecek. AB yolundaki en büyük engellerden birinin ortadan kalkmasından Türkiye de yarar sağlayacak ve bu noktanın iyi anlaşılmasını sağlamak için elinden geleni yapacak. Peki Kıbrıslı Rumlar ne yapacak? 'Evet' demeleri, ancak iki kilit koşulun karşılanmasına bağlı. Mülkiyet meselesinde dengeli bir çözüm olması gerektiği açık; bazı durumlarda toprakların ve evlerin esas sahiplerine geri verilmesi, bunun mümkün olmadığı durumlarda ise tazminat ödenmesi gerekecek. Fakat birçoklarına göre daha önemli olanı, adanın güneyindeki güvenlik kaygılarına ikna edici bir çözüm bulunması gereği. Kıbrıslı Rumlar Türk askerlerinin adadan çekilmesini istiyor ve Türkiye'nin çekilme sözünü tutacağından emin olmaları gerekiyor. Kıbrıslı Rumlar, asırlardır adayı paylaştıkları Kıbrıslı Türklerden korkmuyor. Bizzat Türkiye'den korkuyorlar. Eğer Türk hükümeti Kıbrıslı Rumların çözümden yana oy kullanmasını istiyorsa, onları Ankara'nın anlaşmayı işler
kılmak için elinden geleni yapacağına ikna etmesi gerektiği açık.
Bu, toplumlar arası derin güvensizliğin üstesinden gelmek yönündeki daha geniş kapsamlı olması gereken bir stratejinin kilit bir unsuru. Gerek Kıbrıslı Rumlar gerek Kıbrıslı Türklerin, birleşik bir Kıbrıs'ın mevcut statükodan daha iyi bir seçenek olduğuna tehditlerle değil, iyi argümanlarla ikna edilmesi gerekiyor. Umalım ki bu kez başarsınlar.
Kaynak: Radikal