Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan geçen perşembe, ülkesinin Türkiye’yle imzaladığı protokolleri ‘dondurduğunu’ açıkladı. Açıklama Ermenistan parlamentosuna hâkim olan partilerin bu yöndeki çağrısının ardından geldi. Ermenistan protokolleri iptal etmedi, ancak bir süredir beklenen adımı attı.
Bu adımın, protokollerin imzalandıkları günden bu yana içinde bulundukları ‘ölüm döşeği’ haline yeni bir boyut kazandırdığı söylenemez. Ermenistan Dışişleri Bakanı Edvard Nalbandyan’la Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Zürih’teki imza töreninin ardından konuşma yapması bekleniyordu. Ancak ikisinin de planlanan konuşmasının protokolde yer almayan ifadeler içermesi anlaşmazlığa sebep oldu; bu durum imza töreninin ertelenmesine, hatta iptal edilme tehlikesiyle karşılaşmasına yol açtı. Bulunan çıkış yoluysa, konuşmalardan vazgeçilmesi olmuştu. Anlaşmanın ölüm döşeğinde yattığı da, imza töreninden sonra geçen her gün teyit edildi.
Hukuki dayanak yok
İlk ve en belirgin ihlal Ankara’dan geldi.
Bütün yetkililer açıklamalarında, anlaşmanın Türkiye meclisinden geçmesini Ermenistan’ın işgal ettiği ve Ermeni nüfusunun ezici çoğunluğu oluşturduğu Azeri bölgesi Karabağ’da ilerleme kaydedilmesiyle bağlantılı kıldı.
Sınırın açılması ve diplomatik ilişkiler kurulması için iki ay süre belirlenmişti. Ancak 17 yıldan uzun süredir devam eden Karabağ sorununda bu kadar kısa sürede ilerleme kaydedilmesi imkânsızdı. Türkiye’nin böyle bir ilerlemeye bel bağlaması yerinde değildi ve hiçbir haklı gerekçesi yoktu. Türkiye bu nedenle, Batı’nın protokolleri sonuç beklemeden onaylaması yönündeki baskısına maruz kaldı.
Türkiye’nin gerekçeleri zayıftı ve protokollerle çelişiyordu. Öncelikle, Karabağ sorunu anlaşmada ne doğrudan ne de dolaylı olarak yer alıyor. Dolayısıyla, anlaşmanın hayata geçirilmesinin Karabağ’da ilerlemeyle bağlantılı kılınmasının hukuki dayanağı yok; bu durum Türk tarafının inandırıcılığını zayıflatıyor. İkincisi, Karabağ bir başka ülkeyle ilgili; Türkiye-Ermenistan ilişkileriyle doğrudan bağlantısı yok. Üçüncüsü, Ermenistan Ocak 2010’a dek anlaşmayı istemediğini gösteren bir tavır ortaya koymadı. Yani Türkiye’yi anlaşmayı hâlâ onaylamadığı için uyarmadan önce anlaşmanın hayata geçirilmesi için belirlenen iki aylık süreden daha fazla bekledi. Bu sürenin dolmasının ardından, Ermeni Anayasa Mahkemesi, Ermenistan’ın soykırımın yabancı parlamentolarda tanınması çabalarının bu anlaşmayla engellenmeyeceğini açıkladı. Türkiye bu kararı, Ermenilerin anlaşmanın dışına çıktıklarını ifade etmesi olarak yorumladı.
Erivan yeterince zaman verdi
Ermenistan diasporanın sert muhalefetiyle karşılaştı. Diaspora, anlaşmanın 1915’i araştıracak tarih komisyonunun kurulmasını öngören maddesine karşı çıkıyor. Ermeniler Türklerin bu tarihte yaptığı katliamları ‘soykırım’ olarak görüyor, Türkler bunu yalanlıyor. Ermenistan hükümeti protokollerin bu noktada yeterince sert olmadığını ve 1915’ten bu yana Ermenilerin bütün hareketlerinin özü olarak görülen bir konuda komisyon kurulmasına rıza göstererek, Ermeni vicdanında derin yara açtığını düşündü. Dolayısıyla Erivan anlaşmadan kaçmak için fırsat kolluyordu. Bununla birlikte, Türkiye’nin kararını vermesi için yeterli olan dört ay boyunca anlaşmayla çelişen bir adım atmadı.
Türkiye’nin Karabağ’la ilgili tutumunun anlaşılması mümkün değil. Zira Ermenistan’la anlaşmanın beklenen kazanımları kendisi için epey büyük. Öncelikle, anlaşma 1915 olaylarını resmen tartışma konusu haline getiriyor. Ayrıca sınırın açılması ve diplomatik ilişkilerin kurulması Türkiye üzerindeki dış baskıları hafifletir; nüfuzunu ve rolünü eksiltmenin aksine, özellikle de ekonomik alanda Ermenistan üzerindeki nüfuzunu artırır. Anlaşmanın Karabağ’la bağlantılı kılınmaması da Türkiye’nin Azerbaycan’a desteğini ilelebet eksiltmezdi.
Seçimler mi bekleniyor?
Bu nedenle açılımcı bir dış politikada başarılı olan Türkiye, Ermeni konusunda hiçbir ikna edici gerekçe sunmaksızın başarısız oluyor. Ankara’nın hesapları anayasa referandumu, 2011’deki genel seçimler ve aşırı milliyetçi oyları kaybetmek istememesi gibi iç etkenlerle bağlantılıysa, Ermenistan’a yönelik büyük adımlar genel seçimin, hatta Abdullah Gül’ün görev süresi 5 yıl olarak belirlenirse 2012’deki cumhurbaşkanlığı seçiminin sonrasına ertelenecektir.
Davutoğlu’nun dış politikası, Ermenistan’a Azerbaycan’ın rehini olmayacak türden bir yaklaşımı hak ediyor. Azerbaycan’ın politikasıysa, bölgesel konularda İsrail’den başka kimseden destek bulamıyor. Bu durum da Türkiye’nin yeni eğilimleriyle, çıkarlarıyla ve etkili bir bölgesel güç olarak rolüyle çelişiyor. (Katar gazetesi Şark, 25 Nisan 2010)
Kaynak: Radikal