Bir zamanlar Lenin ve Atatürk'ün yaptığı gibi Humeyni de ülkesini mezardan yönetiyor. Hiçbir ülke devrim sonrası geldiği noktada sayamaz

1986 yılında Lenin'in mozolesini ziyaret ettim. Birkaç metre uzakta iki Batılı turist derin bir tartışmaya girmişti. Genç güvenlik görevlisi nazikçe yaklaşıp uzanmış Lenin'e işaret etti. Ziyaretçiler sessizliğe gömüldü. Sebep, mozolenin ve sahibinin heybetiydi... Bir sonraki gün Kremlin'de, konuşan Mihail Gorbaçov'u dinledim. İki öldürücü bomba patlatmıştı: Glasnost (şeffaflık) ve perestroyka (yeniden yapılanma). Salona sessizlik hâkim oldu. Dinleyicilerin birçoğunun kendi görüşlerini belirlemeden önce mozolenin sahibinin görüşünü sorguladığını hissettim... Hikâyenin devamı
biliniyor. 'Kremlin'in genç adamı', mozoleden gelen mirası çağın gerçekleri ve devrimleriyle uzlaştırmaya çalıştı. Model yenilgiye uğradı. Otoritesi yıkılan mozole turistik bir yere dönüştü. Bu, Rusya ve dünya tarihinin bir durağıydı, ancak Lenin denetleme hakkını tekeline alamadı. Gelişmeler, devrimlerin
bütün zamanlara ve mekânlara uygun bir model yapılandıramadığını gösterdi.

Türkiye de mozoleyi aşmaya başladı
Üç yıl önce eski İran cumharbaşkanı Muhammed Hatemi'yi ziyaret ettim. Kendisine değişen bir dünyada devrimi sormuştum. Yanıtları temkinliydi. Humeyni'nin mozolesinden gelen mirası içerideki ve dışarıdaki yeni gerçeklerle uzlaştırmakta başarısız olduğu için bir ölçüde acı çektiğini düşündüm. Mozolede yatan adamın, kaderini değiştirdiği ülkeyi hâlâ yönettiği açıktı. Hatemi Gorbaçov'un projesi gibi değildi; bir miktar esneklik girişimiydi. Belki de İran'ın bugün yaşadıkları, Hatemi'nin, mozolenin sakininin temelini attığı modele taze kan pompalama girişiminin tökezlenmesinin sonucudur.
Birkaç hafta önce Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e, bu çalkantılı bölgede artan Türk rolünü sordum. Onun da ziyaretçilerini Atatürk'ün resminin altında karşıladığını hatırladım. Atatürk'ün mozolesi otoritesini ve anayasasını uzun süre muhafaza etti. İslamcıların oyunun sınırlarını ve mozolenin ağırlığını hatırlaması için ordunun kaşlarını çatması yeterli oluyordu. Ordunun denetimi İslami köklerden gelenleri olgunlaştırdı. Birçok deneyimden sonra mozolenin mirası, başka eğilimlerden gelen fakat anayasaya ve seçimlere saygı göstermeyi kabul edenleri kapsamaya başladı. Türkiye, birçok anlam taşıyan önemli bir deneyim. Karar alma gücünün uzun süre mozolede kalmasının ardından, bizzat generallerin kendileri bu güce artık seçilmiş kurumların sahip olması gerektiğini teslim etti.
Ülkeler istisnai kişilikleri ölümlerinin ardından bile unutamıyor. Ölümün bazen cazibeyi artırdığı, milyonlarca insanın bu kişilere ışık kaynağı olarak baktığı açık. Fakat tarih bizlere zamanın kaçınılmaz bir sınav, devrimlerin de belirli bir zamanın ve mekânın sonucu olduğunu, yeni gelişmelerle uzlaşamamanın ülkeyi mozolenin sakininin istediğinin aksi yönünde boğacağını öğretiyor. Acaba son söz Mao Zedong'un mozolesinde kalsaydı, Çin ekonomik mucize gerçekleştirebilir miydi?
Zaman, her ne kadar parlak olursa olsun, belirli bir aşamada durdurulamaz. Mozolelerde yatanlara vefa göstermenin en iyi yolu, onların mirasının bir kısmını koruyarak geleceğin kapılarını açmak. Tarih büyük bir mozole olmaktan önce bir öğretmendir. (Londra'da Arapça yayımlanan Hayat gazetesi, 23 Haziran 2009)

 

 

Kaynak: Radikal