İran, Recep Tayyip Erdoğan'ı güler yüzle karşıladı. NATO paktı şapkasını çıkarmasını, kökünün kurutulması gereken 'kanser veremiyle' ilişkilerini kesmesini ve 'büyük şeytanla' sağlam ilişkileri bırakmasını şart koşmadı.
Ziyaret öncesi Erdoğan anlamlı mesajlar göndermişti. Hava tatbikatlarına İsrail'in katılımının iptal edilmesi ve Türk hava sahasının İsrail savaş uçaklarına kapatılması; İran'ın barışçıl amaçlı nükleer teknoloji hakkını desteklemesi, bu dosyada 'yanlı' Batı tutumunu eleştirmesi; İran'a yönelik herhangi bir askerî operasyonu 'çılgınlık örneği' olarak görmesi...
İran, ziyaretçisini çok iyi karşıladı. Türkiye'nin bölgedeki en büyük rakibi olduğu kendisi için sır değil. Çıkarlar, istikrar ve parlaklık kavramları üzerine kurulu Türk literatürü baskın, çatışma ve direniş üzerine kurulu İran literatüründen daha cazip. Türk literatürü bölgede ve dışında daha cazip. Ülkeler arasındaki sınırlar için de daha saygın. Füzeler ve suçlamalarla değil, ikna ve rakamlarla tabloyu değiştirmeye dayanıyor. İran da Erdoğan'ın, Suriye ile İsrail arasındaki dolayı müzakerelerin vaftiz babası olduğunun, Türkiye-Suriye sınırlarının hassasiyetler ve mayınlar yerleştirilmesi sonrası karşılıklı işbirliği fırsatına dönüştüğünün ve Suriye-Türkiye ilişkilerinin bölgede kıskançlığı körükleyecek bir model olduğunun bilincinde.
Bütün bunlara rağmen İran, İslamcı köklerden gelen ve laik devletin kurumlarında ustalıkla oturan Erdoğan'ı güler yüzle karşıladı. Karşılamada gerçekçi bir uyum, çıkarlar, ticari anlaşmalar ve Kremlin'in efendisi kızdığı zaman Avrupa'nın donmaması için doğalgaz var.
Tahran'ın eski belediye başkanı Mahmud Ahmedinejad'ın İstanbul'un eski belediye başkanı misafire söylediği oldukça önemli. Ahmedinejad, Türkiye ve İran'ın 'yeni bölgesel sistem' oluşturabileceğini ifade ederek işbirliklerinin 'bölgedeki boşluğu azaltacağını ve dışarıdaki düşmanların planlarına nokta koyacağını' belirtti. Okuyucunun aklına, ABD'nin Irak'tan ayrılmaya hazırlandığı, Afganistan'daki savaşa umutsuzca boğulduğu, Pakistan'ın şiddetin uçurumuna doğru kaymasının arttığı ve bunun Pakistan'ın tersanesi etrafındaki endişeleri, dağılma tehlikelerini körüklediği veya merkezî yönetimi zayıflattığı geliyor.
İran Türkiye'ye boşluğu doldurmak için işbirliği öneriyor. Bu isteğin akıbetini İran nükleer dosyasının, İran ile Batı ve İran ile İsrail arasında bu dosya etrafındaki çatışmanın geleceğinden ayırmak mümkün değil. Fakat bölge halkının çoğunluğunun yani Arapların yokluğunda, kendilerinin ve bölgedeki sorunların etrafında bölünmeleri içinde bölgenin geleceğinin İran-Türkiye masasına sunulması dikkat çekici.
Araplar boşlukla ve yeni bölgesel sistem çağrılarıyla mücadelede ne yapabilirler? Akla gelen ilk şey Kral Abdullah Bin Abdülaziz'in başlattığı Arap uzlaşı iklimine yoğunlaşmanın hızlanması. Sonra Şam'da yapılan Suudi Arabistan-Suriye zirvesini yapılandırmak ve Mısır-Suudi Arabistan-Suriye üçlüsü içinde doğal ilişkiler kurmanın durağı olarak görmek. Araplar ayrıca Suriye'nin konumundan İran ve Türkiye ile ilişkilerinden istifade edebilirler. Suriye'siz İran, Akdeniz'deki ve Güney Lübnan kanalıyla İsrail'le temas hattındaki konumunu kaybeder. Bu kayıp bölgedeki ağırlığını etkiler. Suriye'siz Türkiye, Arap dünyasının kalbine giden kapısını kaybeder. Bu konum Suriye'ye güç ve fırsat veriyor. Arap ikliminin belirmesine katkıda bulunma gücü yeni bölgesel sistemin oluşmasına Arap katılımını garanti eder. Dinamikleri Türk literatürüne yaklaşan bölgesel rol oynama fırsatı İran literatüründen daha fazladır. Bu ise pratik olarak Lübnan'da hükümet kurulmasına hız verilmesine katkıda bulunulması, Filistin uzlaşı çabalarının yeniden canlanması, Irak'ın bütünlüğünü ve Araplığını koruyan ortak bir düşüncenin belirlemesine Arapların katılımı anlamına geliyor. Bu ise en azından gündemdeki büyük konularda Araplar arasındaki 'sorunların sıfırlandırılmasına' götürecektir. Tahran ve İstanbul'la konuşabilen Şam, Arap üçlüsü içindeki ilişkilere sıcak dönüşle güçlendiği takdirde şu süreçte bariz rol oynanabilir.
GASSAN ŞERBEL - Londra'da Arapça yayımlanan El Hayat gazetesi 29 Ekim 2009
Kaynak: Zaman