Hazirandan beri, uluslararası odaklar, İslam Devleti’nin ülkedeki Sünni çoğunluğun yaşadığı geniş alanların yönetimini ele geçirdiği, halifeliğin ilan edildiği ve ulusaşırı cihat hareketinin merkezi olan Irak’a yönelmişti. ABD İslam Devleti’ne karşı askeri operasyon düzenledi. Fakat Irak’a yönelik bu küresel ilgiye rağmen, cihatçı gruplara karşı ABD-İran ortaklığı çoğunlukla gözden kaçmıştı. Özellikle Irak Merkezi Yönetimi ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bir noktada birleşmesiyle ilgili olarak, menfaatlerin bir noktada birleşmesi, Washington ve Tahran için en azından ortaklaşa bir çalışma yürütme ihtiyacını doğurdu. Yine de, güvensizlik hissi ve yerel muhalefet bu işbirliğine engel olmaya devam edecektir.

Aralarındaki 35 yıldır devam eden karşılıklı husumete rağmen, ABD ve İran geçmişte ortak cihatçı bir düşmana karşı işbirliği yapmıştır. 11 Eylül saldırılarından sonra Taliban’ı yıkmak için birlikte çalışmaları bunun önemli bir örneğidir. Aralarındaki ilişki ABD Başbakanı George W. Bush yönetiminin İslam Cumhuriyeti’ni “şer ekseni”nin bir parçası olarak ilan etmesi nedeniyle ve Tahran’ın sözde nükleer silah programının 2002’de birden bire patlak vermesiyle ortaya çıkan anlaşmazlık yüzünden yeniden bozulmuştur. Buna rağmen bu gerilimler ABD’nin 2003’te Irak’taki rejim değişikliği üzerindeki etkisine ve bu konuda yaptıkları işbirliğine engel olmadı.

Washington’un Irak’ın Baasçı yönetimini yıkma kararı, İran’a Hızır gibi yetişti. Bu karar, Tahran’ın en büyük ulusal güvenlik tehdidini önemli bir jeopolitik fırsat haline getirdi. İranlılar, Saddam Hüseyin tarafından yönetilen Irak hükümetini ekarte etme olanağı sağlayabilmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Bu çabalar sürerken, ABD’nin Şiiler veya Kürtler gibi Iraklı ortakları İran’da uzun zamandır vekillik yapmaktaydı. Sünni egemenliği altında uzun yıllardır haklarından mahrum bırakılmış olan bu halklar, öncelikle eski düzenin yıkılması daha sonra ise Kürtlerin hatırı sayılır derecede özerkliğinin olduğu, Şii hâkimiyetinde bir devlet kurmak için Washington ve Tahran tarafından destek almıştır.

ABD’nin Irak’taki 9 yıl kadar devam eden askeri mevcudiyeti boyunca, İran ve ABD, işbirliği ve rekabet arasında uzun ve karmaşık bir oyun içine girdi. Bir noktada, devletler arasındaki hassas konuların gayri resmi yollardan konuşulması yetersiz kalıyor ve Tahran ile Washington, Irak’taki Baas sonrası Cumhuriyet döneminin geleceği hakkında doğrudan kamusal konuşmalar içine giriyorlardı. Şimdi, 2007’de Sünni ayaklanmasının sonlanmasından beri, Amerikanlar ve İranlılar tarafından ortaklaşa oluşturulan bir devlet olarak Irak, başına gelen en zorlu görevle karşı karşıyaydı. Böyle bir durumda, bu iki devletin ortak bir tehdide karşı bir kez daha güçlerini birleştirmeleri gayet doğaldır. Tahran ve Washington’un İslam Devleti’ne dair endişeleri Irak sınırlarının ötesine geçerek, o bölge dışındaki ortak menfaatleri de kapsar hale geldi. Devam eden uzlaşma süreci böyle bir ortak eyleme olanak tanımaktadır. Bu sayede, ABD-İran işbirliği, jeopolitik bağlamda oldukça olumlu şekilde devam etmektedir.

Irak ordusunun İslam Devleti ile karşı karşıya geldiğinde uğradığı büyük başarısızlıktan sonra Umman’da gayri resmi yollardan bu konuları çözmeye çalışan ana müzakereciler İran’ın Arap ve Afrikalılar ile ilgili meselelerden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahyan ve ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in danışmanı olan Jake Sullivan’dı. Birleşik Devletler ve İran perde arkasından, görevinden ayrılan ve Washington ile Tahran’ın Irak’taki siyasi krizlerden sorumlu tuttuğu Irak Başbakan’ı Nuri el Maliki’nin yerine başkasını getirmeye çalıştılar. Tahran ve Washington, bunlara ek olarak, Şiiler ile Sünniler ve Bağdat ile Erbil arasındaki gerginlikleri hafifletmek adına da birlikte çalıştılar. Bununla birlikte, Washington ve Tahran, Irak’ın üç ana etnik-mezhepsel grubu arasındaki siyasi anlaşmazlıkları nasıl yöneteceğini iyi bilmektedir. Her ne kadar bu gerekli bir şey olsa da, hiçbir zaman yeterli olmayacaktır. İslam Devleti Irak’a askeri bir tehdit oluşturdu. Ne Irak Silahlı Kuvvetleri ne de Kürt peşmerge güçleri bu saldırılara karşılık verecek konumda değiller. İslam Devleti’ne karşı etkili bir harekât gerçekleştirebilmek için, Washington ve Tahran’ın Irak’taki ortak müttefiklerini desteklemeleri ve doğrudan bir askeri harekâta geçmelerini gerekmektedir.

Birlikte çalışıyor olsalar bile, Washington ve Tahran’ın işbirliği alenen ortada değildir. ABD Başkanı Barack Obama yönetimi ve İran başbakanı Hasan Ruhani nükleer konusundaki zorlu müzakereler sırasında zaten önemli bir yerel muhalefet ile karşı karşıya gelmişlerdi ama sorun artık bu muhalefetin ötesine geçmektedir. Bu iki ülke arasında, özellikle askeri alanda ve istihbarat alanında, İslam Devleti’ne karşı yaptıkları işbirliğini ne ölçüde sınırlandırabileceklerine dair ciddi bir güvensizlik var. İki taraf da kendi varlıklarını veya yöntemlerini ortaya çıkarmak istemiyor.

Güvensizlik hissi durumu zorlaştırıyor. Bunun en önemli örneği, İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun yurt dışındaki kolu olan Kudüs Gücü ve İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığının, ABD Silahlı Kuvvetleri Merkez Komutanlığı ve CIA ile çalışmasındaki güvenlik sorunudur. Bu durum, iki tarafın da neden birbirleriyle yakından çalışmak yerine, herkesin kendi hamlelerini düzenlemekle yetindiğini açıklıyor. Aslına bakılırsa, Stratfor, Washington ve Tahran’ın Kudüs Gücü’nün sınırlı kuvvetinin, İslam Devleti’ne karşı Kürt peşmerge güçlerinin yanında savaşmak için, Irak’ın Diyala ilinde konuşlanması konusunda anlaştığını öğrendi.

Musul’un İslam Devleti’nin kontrolüne geçmesinden sonra, Birleşik Devletler Irak’a çok sayıda askeri danışman konuşlandırırken, Kudüs Gücü Irak’taki mevcudiyetini korumuştur ve bu durum İslam Devleti yükseldikçe daha da pekişmektedir. ABD ve İran askeri görevlileri aynı Iraklı öznelerle birlikte çalıştığı için, iki taraf da zaman zaman birbirlerini rahatsız edici davranışlar sergileyebiliyorlar. Iraklıların bir tehditle karşı karşıya kaldıklarında yapabileceklerinin sınırlarını kestiremedikleri için, ABD ve Iran görevlileri bu durumdan korunmak adına ortak hareket etme yolunu seçmişlerdir.

İranlılar, Irak’ta sınırlı sayıda hava harekâtı düzenleseler bile, Tahran’ın teşebbüslerinin önemli kısmı karadan olacaktır. Ayrıca şu an savaşmakta olan ve Irak güçlerini veya milis kuvvetleri seferberliğini destekleyen mevcut birliklerini kapsayıp kapsamayacağı da şüphelidir. Birleşik Devletler ülkedeki kara birliklerine karşı oluşan hoşnutsuzluktan dolayı çok sayıda hava harekâtı düzenleyecek. Bu durum hem İranlılar ABD’deki gibi bir hava kuvvetine sahip olmadığı için iyi olacak hem de İranlılar kara operasyonlarına odaklanmaları, ABD’nin çıkarlarına hizmet edecektir.

Her iki tarafın da bu ilişkiden çok memnun olduğunu söyleyemeyiz. Ama yine de, Irak’taki koşullar Birleşik Devletler ve İran arasındaki bir işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Bunun muhtemelen sadece taktiksel bir düzenleme olduğunu gösteren birçok sebep var. Özellikle Suriye’de İslam Devleti ile yüz yüze geldiği zaman iki ülkenin çıkarları bir noktada buluşmayacaktır.

Kaynak: Stratfor
Dünya Bülteni için tercüme eden: Cansu Gürkan