Kopenhag fiyaskosunun ardından küresel iklim değişikliğine karşı yöntem değiştirmeli. Herkese tek bir anlaşma dayatılamıyorsa sorunu parçalara bölmeliyiz. Salınımlar için üst sınır belirlemek yerine karbon fiyatları denetlenebilir.
Beyaz Saray, Başkan Barack Obama Kopenhag'a gitmeden önce içi boş bir anlaşmanın hiçbir anlaşma sağlanamamasından daha kötü olacağını belirtiyordu. Zirve sona erdiğindeyse, Obama tahayyül edilebilecek en boş anlaşmayı 'önemli bir dönüm noktası' diye niteledi. Bu abuk sabuk sonucun bir kurbanı da ABD başkanının inanılırlığı olacak.
ABD, Çin, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika'nın hazırladığı anlaşma sadece hedeflerin ifade edilmesinden oluşuyor. Küresel ısı artışlarının 2 derecede tutulması gerektiğine dair bilimsel savı kabul ediyor. Yoksul ulusların çabalarını desteklemeleri için gelişmiş ülkelere 2020'ye dek yılda 100 milyon dolar verme çağrısında bulunuyor, ancak kimin kime ne kadar vereceğini belirtmiyor. İmzalayıcılarından hiçbiri için tutulması gereken sözler ortaya koymuyor.
Çok sayıda gelişmekte olan ülke sonuçtan rahatsız. İnsan iki yıllık ayrıntılı müzakereleri sonuca bağlayacak, arkasında 10 yıllık görüşmelerin birikimi bulunan bir konferansın nasıl bu kadar darmadağın sonuçlanabildiğini merak ediyor. Sanki hiç hazırlık yapılmamış gibiydi. En temel unsurlar üzerinde bile uzlaşma yoktu. Salınımlar üzerinde bağlayıcı müzakere yapılacak mıydı? Kimse bunu biliyor gibi görünmüyordu.
Hükümetler, Kopenhag'ın faydasız olmanın bile ötesine geçtiğini anlamalı. Dünyanın dikkatini böyle bir toplantıya çekiyorsanız somut sonuç üretmelisiniz, yoksa siyasi enerji kaybedilir. Herkesin başarısız olduğunu bildiği birşeyi başarılı ilan etmek faydasız ve işleri daha da kötü hale getiriyor. Şu anki tehlike ivmenin kaybedilmesi. Hükümetler gelecekte uluslararası işbirliğinin altın kuralına uymalı: Kutlamaları ve fotoğraf çekimlerini sonraya bırakıp önce anlaşmak.
Peki Kopenhag sürecin önündeki engellerle ilgili neyi gösterdi ve bu engeller en iyi nasıl aşılabilir? İtici gücünün küresel sera gazları olması nedeniyle, iklim değişikliği küresel işbirliği gerektiriyor. Toplu davranmak şart. Kendi başına davranan ülkelerin sorun yarattığı açık. Fakat 'maksimalist yaklaşım', yani salınımlara bağlayıcı üst sınırlar koyacak küresel bir anlaşma sıradışı biçimde zorlu olacak.
Kyoto Protokolü'nün kanıtladığı gibi, üst sınırları uygulamak, buna yönelik bir irade olsa bile sorun yaratacak. Maksimalist model önümüzdeki aralıkta Meksika'da yapılması planlanan konferansa dek canlandırılırsa ne âlâ. Fakat kilit mesele şu ki, süreç bu model tarafından rehin alınmamalı. Daha çok pragmatizme ve esnekliğe ihtiyaç var. ABD ve Çin liderliği üstlenebilir.
Kopenhag'da aralarında sürtüşme yaşandığı açıktı ama aslında iki ülke çok da ayrı düşmüyor: ABD Kongresi ulusal egemenliğini korumakta ve uluslararası yükümlülüklere ihtiyatlı yaklaşmakta Çin'den aşağı kalmıyor. İki ülke de zaten ilan ettikleri ya da uygulamayı düşündükleri tek taraflı düşük maliyetli karbon azaltma politikalarıyla (ABD'de salınım üst sınırı ve ticareti (cap-and-trade), Çin'de de karbon yoğunluğunu azaltacak önlemler) örnek olmalı. Uluslararası çerçeve birarada hareket edilecek bir anlaşmada ısrar etmemeli.
Uzun vadede çabaların geniş ölçüde eşitlenmesi şart, fakat bu çeşitli şekillerde yapılabilir. Karbon fiyatlarını denetlemek, işbirliği açısından onyıllar önce belirlenmiş bağlayıcı nicel sınırlamalardan daha basit bir iş. Uluslararası çerçeve bu daha yumuşak işbirliği şekline uyum sağlamak için esnetilmeli.
Gelişmekte olan ülkelere sera gazlarını azaltmaları için cömert yardım yapılması şart, fakat bu yardım ayrı ayrı müzakere edilmeli. Sorunu altından kalkılabilir parçalara bölmeye ihtiyaç var. Kopenhag mevcut yaklaşımın sınırlarını ifşa etti. Uluslararası işbirliğini canlandırmak muazzam önem taşıyor. Bunu yapmanın en iyi yolu da daha azını talep etmek.
(Başyazı, 21 Aralık 2009)
Kaynak: Radikal