Malta’nın güneyinde yasadışı göçmenlerin toplama kampı olarak görev yapan askeri kışladaki genç Somalili Abdurrahman, 5 bin kilometrelik meşakkatli yolculuğu anlatıyor: “Önce kamyonla Somali’den Libya’ya gittim. Ardından tekneye bindim. İtalya’ya gidiyordu. Fakat tekne yakalandı ve Malta’ya getirildik. İki aydır buradayım. Ordu bize iyi davranıyor. Asıl derdim, karımdan ayrı olmak.”
Kışlada yaklaşık 200 Afrikalı göçmen var. Fakat Malta’nın tamamında 5-6 bin göçmen kalıyor –400 bin nüfuslu bir ülke için epey yüksek bir sayı. AB’nin euro bölgesi krizinden sonraki en ciddi sorunun, yasadışı göç olduğunun da göstergesi bu.
Hükümetler AB’yi suçluyor
Yunanistan-Türkiye sınırından İspanya hâkimiyetindeki Kanarya Adaları’na, oradan İtalyan adası Lampedusa’ya kadar, Irak, Afganistan ve Bangladeş gibi ülkelerden gelen on binlerce göçmen, AB’nin dayanışma ve insan hakları gibi ilkelerini test ediyor. Avrupa’nın kuzeyi, batısı ve ortasındaki ülkeler, birliğin güney ve güneydoğusundaki ülkelere gelen yasadışı göçmenleri almaya gönülsüz.
Euro krizi, AB hükümetlerini daha sıkı ekonomik entegrasyona doğru iterken göçmenler, birliği aksi yöne sevk ediyor ve Schengen anlaşması uyarınca, serbest dolaşımı riske sokuyor.
Bazı uzmanlar, kıyamet senaryolarının gerçeği çarpıttığını söylüyor. 1993’te Avrupa ve İsviçre tarafından ‘yenilikçi, kapsamlı ve sürdürülebilir göç politikalarını’ teşvik etmek için kurulan Uluslararası Göç Politikaları Geliştirme Merkezi’nin başkanı Peter Widermann, “Avrupa kıyılarına gelen teknelerin artacağını önceden görmeliydik. Ancak tek bir husus kesin: Göçmen akını, mevcut kapasiteyi çok büyük ihtimalle aşmayacak,” diye konuşuyor.
Resmi verilere göre, 2010’la 2011 başı arasında yaklaşık 100 bin kişi, AB’ye yasadışı yollardan girdi. Fakat Mısır ve Tunus’taki isyanlar, Libya’daki iç savaş ve Sahra altı ülkelerindeki istikrarsızlık, sonu gelmez bir göç dalgası ihtimalini arttırıyor. Son 10 yıldır Batı Avrupa’da seçim başarıları elde eden popülist, aşırı sağcı siyasi partiler tarafından istismar edilen bir mesele bu.
Sonuç olarak anaakım siyasetçiler, kendilerini sıkı sınır denetimleri konusunda sert konuşmak zorunda hissediyor. Britanya Dışişleri Bakanı William Hague, “Yüz binlerce, milyonlarca insanın Güney Avrupa’ya ayak basıp daha da içerilere girmesini kabul edemeyiz,” diyor mesela.
Yasadışı göçe dair veri toplayan AB’ye bağlı araştırma projesi Clandestino’nun raporuna göre, belli ülkelerde bilgisizlik ve önyargı yaygınlaşıyor. Raporda, Fransa hakkında şu ifadeler yer alıyor: “Kamuoyuna, yasadışı göçmen akınına dair korku verici ve çarpıtılmış imajlar eşliğinde bilgi aktarılıyor; göçmenlerin gelişi, bir istila ve Fransız toplumunu dönüştürecek bir köktendincilik olarak tasvir ediliyor.”
Bu tür uyarılar, teknelere en fazla maruz kalan İtalya ve Malta’yı hiç etkilemiyor. Malta Adalet Bakanı Carm Mifsud Bonnici, şunları söylüyor: “Bütün bu mülteciler, Malta’yı terk etmeli. Malta’nın bu insanları alacak hali yok. Adamızın yüzölçümünü arttıramayız. Ne yaparsak yapalım, zaten son sınırımızdayız.”
İtalyan ve Maltalı bakanlar, gelen teknelerdeki artıştan Libya lideri Kaddafi’yi sorumlu tutuyor. Bu tekneler, genellikle açık deniz seferine uygun değil ve Batı Afrikalıların yanında Somalili ve Eritrelileri de taşıyor. Bakanlar, Kaddafi rejiminin, tekneleri Avrupa’ya göndererek, kendi silahlı güçlerine hava saldırısı düzenleyen AB ülkelerinin arasına nifak sokmak istediğini iddia ediyor.
Öyle olsa bile ulusal hükümetler, AB kurumlarını sorunu çözememekle suçluyor. Göç söz konusu olduğundaysa, parmakların gösterdiği yer belli: AB’nin sınır kontrol birimi Frontex. Frontex’in merkezi, göçmen krizinin odağına uzak olan Varşova’da. Fakat bu, kurumun genel müdürü İlkka Laitinen’in faaliyetlerini savunmasına engel değil: “İnatla dile getirilen iki yanılsama var. Birincisi, sınır denetiminin yasadışı göçü ve sınırlar ötesi suçu çözen bir panzehir olduğu. İkincisi, Frontex’in Avrupa sınırlarını denetlemekle sorumlu olduğu.”
Schengen’e tehdit
Sınır denetimi, büyük oranda hükümetlerin sorumluluğunda. Frontex’in yıllık bütçesi, 100 milyon euronun biraz üzerinde; AB’nin bölgesel yardım programları ve tarım sübvansiyonlarına harcadığı on milyarlarla kıyasladığında okyanusta damladan farksız. Frontex, Türk-Yunan sınırında yaptığı gibi, sınır denetimlerini sıkılaştıran bir operasyon yürüttüğünde, üye ülkelerin helikopterler ve gemilerden termal görüş ekipmanına kadar her şeyi tedarik etmesine ihtiyacı var.
Yunanistan’daki Frontex operasyonu karışık sonuçlar verdi. Başlatılmadan önce, Türkiye tarafından geçmeye çalışan günde yaklaşık 350 kişi tespit ediliyordu. Hiçbiri Türk değildi; birçoğu Afganistan, Afrika, Ortadoğu ve Rusya’dan geliyordu. Bu sayı, nisan ayında 50-60’a indi. Şimdiyse 100-150 aralığında. AB İçişleri Sorumlusu Cecilia Malmström, Yunanistan’daki borç krizinin, ülkenin yaşadışı göçle mücadele gücünü azalttığını söylüyor. Yunanistan’ın bu durumu, teknik şartları yerine getirmelerine rağmen, Bulgaristan ve Romanya’nın Schengen’e dahil edilmemesine yol açıyor; zira bu ülkelerin katılımının yasadışı göçmenlerin AB’nin geri kalanına geçmesi için bir köprü oluşturacağı düşünülüyor.
Schengen açısından daha da tehdit edici olan husus, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’yle İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi’nin anlaşmanın revize edilmesi yönünde başlattığı girişim. İki lider, belli durumlarda sınır denetiminin tekrar devreye sokulmasını istiyor. İtalya, geçen aylarda Fransa’ya gitmek isteyen binlerce Tunuslu göçmene geçici ikamet izni verince, Paris küplere binmişti; Schengen’e dair öneri, bunun ardından ortaya atıldı.
Geçen ay Schengen karşıtı ruh hali, Danimarka’yı da etkisi altına aldı ve hükümet, sınır denetimlerini tekrar başlatmayı planladığını açıkladı. Görünürde bu, 2007 genel seçiminde oyların yüzde 14’ünü alan göçmen karşıtı, popülist Danimarka Halk Partisi’ne verilen bir tavizdi. Fakat Malmström, resmin o kadar tedirgin edici olmayabileceğini düşünüyor: “Bu siyasi bir karardı, fakat bir yasa çıkarılmadı. Danimarka hükümetiyle görüşmeler yapıyoruz.”
Yaşlanan nüfus sorunu
Belki de sorunun en hassas, ama en az tartışılan veçhesi şu: Birçok uzmana göre AB, gelecek on yıllarda, yaşlanan nüfusu ve düşük doğum oranlarını telafi etmek için daha fazla göçmene ihtiyaç duyacak. Bu minvalde, birliğin denetimsiz kitlesel göçü dizginlerken, yasal göçmenleri çekmenin yollarını araması gerektiğinden söz ediliyor. BM Genel Sekreteri’nin göçten sorumlu özel temsilcisi Peter Sutherland şunları söylüyor: “Ticaret sistemlerini liberalleştirmeyi, yasal göç için yeni kanallar açmayı ve bölgeden Avrupa’ya gelen öğrencilerin sayısını arttırmayı düşünmeliyiz.”
Malmström ise, bu önerinin önündeki engellerin farkında: “Çalışma ve işgücü politikalarından sorumlu bakanlar, göçmen işçiye duyulan ihtiyaçtan söz ediyor ve doğru, uzun vadede yüz binlercesine ihtiyacımız olacak. Fakat bakanlar gidip kendi kamuoylarının önünde buna dair tek kelime etmiyor.”
Malmström, şu sonuca varıyor: “Göçmenlere duyulan ihtiyacı, yüksek işsizlikten, sokaklardaki isyandan ve mali krizden müteşekkil bir ortamda izah etmek çok zor.”
Malta’ya dönersek, Muscat gibi siyasetçiler de aynı fikirde: “Evet, Avrupa’da nüfusla ilgili basınçlar var. Fakat Malta’da, sıkıntının tam göbeğinde yaşayan insanları rahatlatan bir yanı yok bunun.” (14 Haziran 2011)
Kaynak: Radikal