12 Eylül’de oylanacak anayasa değişikliği paketi konusunda ne zaman olumlu şeyler yazsam, bir sürü olumsuz tepki alıyorum. Türklerin üç haftadan az bir süre sonra ‘hayır’ oyu vermesi gerektiğine inanan okurların tekrar tekrar öne sürdüğü argümanları gözden geçirip yanıtlamaya çalışacağım.

Öncelikle, AKP ve liderinin yakın dönemde yaptığı bütün hataların altını çizen bir dizi itiraz var.  Bu bağlamda, Müslümanlar ve Sudan’daki soykırımla ilgili abes açıklamalardan, Doğan Medya Grubu ve TÜSİAD’ın gözünü korkutma çabalarına kadar geniş bir yelpaze söz konusu. Mesele, iktidar partisine yönelik bütün bu ithamların doğru olup olmaması değil. Büyük çoğunluğu doğru ve ben de hükümeti hepsi ve her biriyle ilgili açıkça eleştirdim. Buradaki mesele, AKP’nin geçmişteki hatalarının 12 Eylül’de oylanacak önerilere karşı iyi bir argüman teşkil edip etmediği.

Anayasa değişikliklerine dair referandum, vatandaşlardan iktidar partisinin performansı hakkında hüküm vermelerinin istendiği bir genel seçim değil. Tam aksine: Seçmenlerden, Sudanlı diktatörlerle veya başbakanın otoriter refleksleriyle hiçbir alakası olmayan belli bir değişiklik paketine ‘evet’ veya ‘hayır’ demeleri isteniyor.

Dürüst olmak gerekirse, bu ayrımı yapmak istemiyorsanız tartışmaya
devam etmek için sebep de yok demektir. AKP’nin ziyadesiyle tehlikeli bir parti, liderinin de bir tiran olduğu ve onlardan hayırlı hiçbir şey çıkmayacağı düşüncesindeyseniz, o zaman bazı değişiklere karşı yetersiz argümanlar ortaya atmayı bırakın ve sadece şunu deyin: AKP’den ve söylediği her şeyden nefret ediyorum, o yüzden de 12 Eylül’de ‘hayır’ oyu vereceğim. Ana muhalefet partisinin, toplumdaki derin kutuplaşmadan kâr sağlamak umuduyla sizden yapmanızı istediği şey tam da bu.

En sık kullanılan ikinci argümansa beni deli ediyor, çünkü tarihin tekerrür ettiğini ve potansiyel olarak aynı feci sonuçlara yol açabileceğini görüyorum. Bu cenahtaki insanlar şöyle soruyor: Niye bu kadar sınırlı olan ve benim için çok önemli meselelerde değişiklikler içermeyen bir pakete ‘evet’ diyeyim ki? Bu zayıf önerinin aleyhinde oy vereceğim ve bunun sonucunda hükümet çok daha kapsamlı bir değişiklik paketi, hatta daha da iyisi, külliyen yeni bir anayasa ortaya koymaya mecbur kalacak. İşin komik tarafı şu ki, bu argümanın hem her meselede azamiyatçı talepleriyle bilinen katı Marksistler, hem de devlet korumasında kapitalizme bağlılıklarıyla bilinen eski burjuvazinin temsilcileri tarafından öne sürüldüğünü görmenin mümkün olması. Buna tarihte ilk kez tanık olunmuyor. Fransızların bir vecizesi vardır: ‘Les extremes se touchent’, yani bir tartışmadaki en militan karşıtların ana itirazlarında hemfikir olması.

Bu konuda böylesine çileden çıkmamın sebebi, tam da aynı akıl yürütme tarzının 2005’te Avrupa Anayasası karşıtları tarafından kullanılmış olması. O dönemde azamiyatçılar tartışmadan galip çıkmış ve Avrupa’da ciddi bir krizi tetiklemişti.

Üç yıl süren at pazarlıklarının ardından, yeni bir anlaşma sunuldu ve nihayet kabul edildi, ama ilk başta reddedilenden daha kötüydü. Korkarım ki Türkiye’de de referandumdan muhtemel bir ‘hayır’ çıkmasının sonucu, kısa süre içinde daha iyi bir öneri veya yeni bir anayasa ortaya konması değil, uzun bir kafa karışıklığı ve gerilim dönemi olacaktır. Başbakan Erdoğan son birkaç haftadır defaten, bu sınırlı paketin aslında bir ilk adım olduğu, 2011 seçimlerinden sonra tamamen yeni bir anayasanın gündeme geleceği sözü veriyor. Ben, yeni bir anayasa isteyen herkesin 12 Eylül’de ‘evet’ oyu vermesinin daha iyi olacağı kanaatindeyim.

Sandıktan ‘evet’ çıkması, ister muhafazakâr, ister liberal, isterse solcu olsun, Türkiye’deki reform güçlerini kuvvetlendirecek. ‘Hayır’ çıkmasıysa köklü değişikleri belirsiz bir zamana ertelemek isteyen veya demokratik olmayan bir anayasanın esaslarının yerli yerinde kalmasından mutlu olanların değirmenine su taşıyacak.

Yazılarıma gelen tepkileri okurken bazen karamsarlığa kapılıyorum, çünkü kimse
birbirini dinlemiyor ve fikirler taşlaşıyor gibi görünüyor. Bununla birlikte, seçmenlerin yüzde 5 ila 10’u hâlâ kararını vermiş değil. Onlardan bazılarının referanduma kadar geçecek zaman içinde, kötü argümanlara kulak asmayıp bunun iktidar partisi için bir güvenoylaması olmadığını ve temkinli adımların, gözü kara inanç sıçramalarından genellikle daha iyi sonuçlar doğurduğunu idrak etmesini umalım.

 

 Kaynak: Radikal