ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, son zamanlarda bir dizi sert ve öfkeli açıklamalarda bulundu. Bu açıklamalar bize bir kez daha savaş bulutlarının üzerimizde olduğu intibaını verdi. Tuhaf bir şekilde, Clinton'ın Orta Doğu diplomasi sahnesinde aniden yeniden görünmesine barış eylemcilerinin Gazze’deki kuşatmayı kırmak için yaptıkları cesur teşebbüsler sebep oldu.

Son aylarda Arap milletler çekilmez diktatörleriyle kozlarını paylaşırken ABD dış politikası da geri planda kalmaya başladı. ABD’nin, çıkarlarını sürdürmek için Arap ayaklanmalarını etkileme teşebbüsleri, Yemen konusunda olduğu gibi utangaç diplomatik çabalarla, Libya’da olduğu gibi askeri müdahale arasında gidip geldi. Libya’daki savaş ise halen ABD halkına, gerçekte olduğunun aksine insani bir müdahale olarak pazarlanıyor.

Sergilenmekte olan bu kararsızlık ve çifte standart hiç de yeni değil.

ABD’nin Tunus’ta halk devrimi konusundaki tavrı, (aralık 2010’da protestolar tertip edilmeye başlandığı zaman) tam bir ilgisizlikle, (ayaklanmalar ülkede uzun süredir devlet başkanı olan Zeynel Abidin Bin Ali’nin 14 ocak 2011’de devrilmesine yol açtığı zaman) ani bir özgürlük ve demokrasi hevesi arasında dolaşıp durdu.

Dış politikadaki aynı sarkaç, Mısır Devrimi sırasında da her iki yöne doğru tekrarlandı. ABD’nin Hüsnü Mübarek’le ilgili siyasi tanımlaması dost bir liderden, Mısır demokrasisi uğruna gitmesi gereken iğrenç bir diktatöre doğru değişti.

Tunusluların liderlerini devirmeleri 28 gün, Mısırlıların Mübarek’i kovmaları 18 gün sürdü. Bu süre zarfında ABD’nin bu iki ülkeye -ve bir bütün olarak Orta Doğu’ya- yönelik dış politikasında herhangi bir somut ifade ortaya konması mümkün olmadı. Hillary Clinton bu diplomatik çelişkide sembolik bir figürden ibaret kaldı.

Şimdi Clinton, yanlış anlaşılmaya mahal vermeyecek açık bir dil kullanarak dönüyor, Konu İsrail’in menfaatleri ve güvenliği olunca - tüm Orta Doğu bölgesi ve bölgedeki tüm ülkelerin zıddına - Clinton, diğer üst düzey Amerikalı yetkililer gibi, hataya hiç yer bırakmıyor. İsrail hep her şeyden önce geliyor.

Clinton'ın zorlama lisanına, 20’den fazla ülkeden insan hakları eylemcilerinin, İsrail’n dünyanın en fakir bölgelerinden birinde uyguladığı ablukaya meydan okumak üzere sembolik bir jest olarak Gazze’ye seyahat etme kararı yol açtı. 10 gemide 500 barış eylemcisi arasında müzisyenler, yazarlar, Nobel ödülü sahipleri, Nazilerin Yahudi katliamından kurtulanlar ve çok sayıda parlamenter de bulunuyor.

Clinton 23 haziranda gazetecilere, “Filolarla İsrail karasularına girerek provokasyon çıkarmaya çalışma ve İsraillilere kendilerini savunma hakkı verecek bir durum oluşturmanın yararlı olmadığını düşünüyoruz“ açıklamasını yaptı. Tabii, olabilecek kötü şeyleri hissedercesine kullanılan bu dil,  İsrail’e bir başka açık çek sunacak ve ona, istediğini yapma müsaadesi verecektir. Clinton’un öncü mantığına göre İsrail, 31 mayıs 2010’da ilk filoyu durdurup eylemcileri cezalandırdığı  - Mavi Marmara’da 9 eylemciyi öldürdü -  senaryoyu tekrarlarsa bu yine bir “meşru müdafaa” eylemi olacaktır.

Clinton'ın yorumlarına cevap veren İrlanda milletvekili Paul Murphy, 24 haziranda Irish Examiner’e şu beyanatı verdi: “İsrail karasularına gireceğimiz iddiaları doğru değil. Biz, Gazze karasularında seyredeceğiz.” Murphy, “Bayan Clinton'ın yorumları utanç vericidir. O, bu ifadeleriyle aslında filo katılımcılarına şiddet kullanması için İsrail Savunma Kuvvetleri’ne yeşil ışık yaktı" diye de ekledi. Gerçekten de İsrailli diplomatlar, Clinton'ın İsrail eylemine karşı ileri derecedeki bu sözlü ve siyasi desteğini bulabildikleri her platformda kullanacaklardır.

Clinton’a göre filolarla ilgili tüm işler gereksizdir. Washington’da gazetecilere yaptığı açıklamada, "Bunun Gazze’deki insanlar için faydalı, yararlı ya da verimli olduğunu düşünmüyoruz” dedi ve ekledi: "Çok daha kötü yaklaşım da Birleşmiş Milletler’de yapılmakta olan işi desteklemektir.”

Birleşmiş Milletler daha önce Gazze’deki kuşatmanın kanun dışı olduğunu ilan etmişti. Farklı farklı BM yetkilileri de bu gerçeği defaatle ifade etmiş, uluslararası kuruluş, İsrail’e kuşatmayı kaldırma çağrısı yapmıştı. Bu konuda çok sayıdaki açıklamalardan kaydadeğer biri de BM insan hakları başkanı Navi Pillay’ın 34 sayfalık raporudur. Associated Press haber ajansına göre, 14 ağustos 2009’da yayımlanan rapor, “İsrail’i, dışarıdan Gazze Şeridi’ne ya da Gazze Şeridi’nden dışarıya insan ve ticari mal hareketini engelleyerek savaş kurallarını ihlal etmekle suçladı.” Pillay, Gazze’deki ablukanın “sivillerin topluca cezalandırılmaları manasına geldiğini, bunun da savaş ve işgal uygulamalarını düzenleyen Cenevre Sözleşmeleri’ne göre yasak olduğunu” ifade etti. Hem ABD hem İsrail, daha 34 sayfayı doğru dürüst incelemeden bulguları reddetti. Şimdi Clinton aniden, bakanlığı tarafından defaatle altı oyulan bu kurum nezdinde çalışmaları için ilgili tüm tarafları sıkıştırıyor.

Pillay'ın raporu yaklaşık olarak iki sene once yayımlandı. O zamandan bu yana, durumun düzeltilmesi ve Gazze’de Filistinlilerin uzun süredir devam eden çilelerinin sona erdirilmesi adına çok az şey yapıldı. UNRWA daha geçenlerde Gazze’de işsizlik oranının yüzde 45,2 olduğunu açıkladı. Bunun da dünyada en kötü durumlar arasında olduğu iddia ediliyor. BM’nin 14 haziranda yayımlanan raporu işsizliğin 2011’in ilk yarısında yüzde üç arttığını iddia etti. Aylık ücretlerin de önemli ölçüde azaldığı gösterildi. Öyle görülüyor ki, Gazze’deki insani kriz sadece kötü olmakla kalmadı, her geçen gün daha da kötüleşiyor.

Bu kez Clinton güçlü bir pozisyonda konuşuyor. İsrail’den gelen baskılar nihayet Türkiye’yi, İnsani Yardım Vakfı’nın (İHH) yardım filosuna katılmasına izin vermekten vazgeçirdi. Öyle görülüyor ki Mavi Marmara yakın bir zamanda Gazze’ye gitmeyecek. İHH kararının siyasi baskılardan kaynaklandığını doğrularcasına Clinton, (Türkiye'de 21 haziran tarihli Hürriyet Daily News’e göre) "Türk mevkidaşı Ahmet Davutoğlu’yla konuştu ve duyurudan dolayı memnuniyetini ifade etti”.

Siyasi zafer daha hafızalardayken Dışişleri Bakanlığı’nın 22 hazirandaki seyahat uyarısı, İsrail Dışişleri Bakanlığı tarafından yayımlanmış bir yasal uyarı gibi okundu. Seyahat uyarısında ABD vatandaşlarına Gazze’ye deniz yoluyla her türlü ulaşım teşebbüsünden kaçınmaları ikazı yapıldı. Yardım filosuna katılanlar için İsrail tarafından tutuklanma, adli takibat, sınır dışı edilme ve muhtemelen 10 sene seyahat yasağı tehlikesi vardı.

Siyasi duruşlar için fırsatlarla dolu bir bölgede ABD Dışişleri Bakanlığı ve onun baş diplomatı, tutarsızlık ve çelişki dışında hiçbir şey önermedi. Şimdi, çok sayıda barış yanlısı ve yaşlı da dahil olmak üzere bir grup barışçı sivil toplum eylemcisi sayesinde Dışişleri Bakanlığı kararlı sesini geri çekiyor. Bu ses, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar menfur ve ilkesizdir.

Kaynak: Counter Punch

Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas